Y. Emre Hakk'ın ve Türkçe'nin Sesi

Mevlana hakkında yaptığım incelemeye aşağıdaki linke tıklayarak  erişebilirsiniz:

 

https://www.blogger.com/blog/post/edit/3959734586762523706/1345661096377127804

 

 

 

 

 

 

Yunus Emre  dünyayı, insanın bakmaya doyamadığı  süslü  bir geline benzetir. ”Bu dünya bir gelindir, yeşil kızıl donanmış/Kişi yeni geline bakıbanı doyamaz.” Fakat  bu güzel gelin ile mutlu olabilmek göründüğü kadar kolay değildir.  Mutlu  olabilmenin önündeki en büyük engel,   halkı bostan gibi  gören, içlerinden gözüne kestirdiğinin hayatına son verebilme, insanların binbir meşakkatle kurduğu  dünyayı sona erdirebilme,  geride kalanların hayatını karartabilme özelliğine sahip olan,  haber  vermeden çat kapı gelebilen  ölümdür. “Hiç bilmezem kezek kimin aramızda gezer ölüm/Halkı bostan edinmiştir dilediğin üzer ölüm/Bir nicenin belin büker bir nicenin mülkün yıkar/Bir nicenin yaşın döker var gücünü ezer ölüm/Biridir alır kardeşin revan döker gözü yaşın/Hiç onarmaz bağrı başın habersizin gelir ölüm”

 

Yunus Emre’ye göre hayat   yaydan fırlatılmış  bir  ok gibi, geri dönüşü olmayan,  kısa sürede sona erebilecek, insana bahşedilmiş    kutsal bir hediyedir.  “Ömrün senin ok gibi yay içinde dopdolu/Dolmuş oka ne durmak ha sen onu attın tut” Çevresinde birçok genç insanın ölümüne tanık olmasına rağmen, kendisine ölümü hiç yakıştıramayan, ölümün kendisine hiç  uğramayacağını düşünen,  birkaç saniye sonra ölebileceğini göz önünde bulundurmayan, hayatını mal ve mülk arttırmaya, edindiği mal varlığıyla, makamıyla,  şöhretiyle,    sosyal konumuyla  kendisinin  üstün olduğunu etrafındaki insanlara hissettirmeye, diğer insanlar üzerinde baskı kurmaya  çabalayan insan,   bencilce duygulara kapılmaktan, etrafındaki insanları tıpkı bir eşya gibi,  bozulduğunda kaldırıp atılabilecek, hemen yenisi alınabilecek ve çarçabuk yeri doldurabilecek bir araç  olarak görmekten,  hayatı hep kendi çıkarları bağlamında değerlendirmekten kurtulamaz ve  kendisine bahşedilen bu  hediyenin önemini anlayamadan hayata gözlerini yumar.    Yok  olmak, ölmek için yaratılan    insanın,   hayatını   öldükten sonra yeryüzünde yaşamaya devam edecek insanların daha güzel bir hayat yaşatabilecek düşünceleri üretmeye,  eylemleri gerçekleştirmeye öncelik vermemesi, kısacık hayatında üretebileceği düşüncelerin, gerçekleştirebileceği  eylemlerin kendisini ölümsüzlüğe taşıyabileceğinin  bilincinde olmaması, fani değerler peşinde koşmayı marifet olarak yorumlaması,  saraylar, köşkler  inşa etmeye, debdebeli bir hayat yaşamaya önem vermesi,  dünyaya, etrafındaki insanlara düşmanlıklar yaptıracak, ona  büyük pişmanlıklar, büyük hayal kırıklıkları yaşatacaktır.  ”Bu dünyaya gönül veren sonucu pişman olusar/Dünya benim dedikleri hep ona düşman olusar.” 

 

Fani değerleri edinmeyi, mal ve eşya peşinde koşmayı amaçlayan,    birlikte yaşadığı insanları ve diğer canlıları eşya gibi gören, onların kendisiyle aynı bütünün bir parçası olduklarını değerlendirmekten uzaklaşan  insan,  kendisini kabul ettirebilmek amacıyla bütün yaratılanlar ile -insan, hayvan ve bitkiler- bir kavga, bir savaş içine girer ve onları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı alışkanlık haline getirir.  İnsanlık tarihinde gerçekleştirilen bireysel, toplumsal, etnik ve dinsel  çatışmaların en önemli nedeni, insanların nefisleridir/bencillik duygularıdır.  Yunus Emre’ye   göre insanın esas savaşı kendi nefsine karşı vermesi, bencilliğinin esiri olmaması   gerekir. “Hakikate bakar isen, nefsin sana düşman yeter,/Var imdi ol nefsin ile uruş savaş tokuş yürü./Nefstir eri yolda koyan, yolda kalır nefse uyan,/Ne işin var kimse ile, nefsine kakı boş yürü.”

 

 

 

Yunus Emre’de her şey sevgiyle başlar, sevgiye döner ve sevgiyle  devam eder. İnsan sevgisinden beslenmeyen, hayatın, sosyal olayların  sırlarını kavrama gayretine  yönelmeyen, dört kitabın manasını  ve yetmiş iki millete mensup insanları  anlamadan/sevmeden yapılan ibadetler,  şekilde kalan eylemlerdir. İnsan Allah’a ancak O'nun tarafından yaratılmış insanları ve tüm varlıkları anlamayı amaçlayarak ve onları beklentisizce severek yaklaşabilecektir. “Çok aradım özledim, yeri göğü aradım./Çok aradım bulamadım, buldum insan içinde” Hayatın anlamı da, sadece ve sadece SEVGİ’dir. Sevgi anlayışının bütün hayatı kuşatması, hayatın gayesi olması, insanın yaptığı işi sevgiyle eda etmesi gerekir.   Dostu sevmekten,    “Her kim dostu sever ise dosttan yana gitmek gerek/İşi gücü dost olunca cümle işten olur azat.” insanların kalbine girmekten, gönül kazanmaktan ve orada kalmaktan daha büyük bir dava da yoktur: “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için/Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.”

 

Yaratılanı Yaradan‘dan  ötürü sevmeye yönlendirmeyen ibadetin hiçbir değeri yoktur. İnsanın kendisini, hayatı  anlayabilmesi için,  önce Yaradan’ı kavraması gerekir.  Dinsel inanç, ibadet etmek  gemiye, Tanrı inancını anlamak için uğraşmak ise denize benzemektedir. İnananlar  bir türlü gemiden çıkamamakta, Tanrı inancını ibadet boyutundan kurtaramamakta, geminin yüzdüğü engin sulara, büyük deryaya  açılamamakta,   özünü kavrayamamaktadır.  Yeryüzündeki  bütün insanların Tanrı tarafından yaratıldığını anlamamak,  öze  inememek,  kabuğa/şekile hapsolmak demektir. Yaradan’dan ötürü  bütün yaratılanları   sevebilmek,   kabuktan kurtulmaya, kabuğun içinde gizli  olanı,  özü görmeye/anlamaya  katkı sağlayacaktır.      “Hakıykat bir denizdir şeriattır gemisi/Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar/Bular geldi tapıya şeriat tuttu durur/İçeri giribeni ne varın bilmediler/Dört kitabı şerh eden âsidir hakıykatte/Zira tefsir okuyup ma'nisin bilmediler”     

 

Tanrı ırk, din ve dil ayrımı  yapmadan bütün yaratılanlara yeryüzündeki yaşamı sağlamak için güneşi, ayı, yıldızları, doğal güzellikleri en ince ayrıntısıyla  yaratmıştır. Tanrı aşkı  tıpkı güneş gibidir. Güneş,  din, dil, ırk ayrımı yapmadan bütün insanlara ısısını gönderdiği, ışığını yansıttığı gibi,  Tanrı’yı kavrayan bir insan, bütün insanları Tanrı’nın kulu olduğunu görebilme,  dini, mezhebi, ırkı farklı insanlara karşı düşmanlık duyguları beslememe olgunluğuna  ermiştir. Oysa din, dil, ırk ayrımı yapan bir insanın, yumuşak, kibar sözleri bile insanlar arasında ayrımcılığa yol açmakta, toplumlar arasında nifak tohumları serpmekte, din ve  mezhep  savaşlarına  davetiye çıkarmaktadır.    “İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer/Aşkı olmayan kişi misâli taşa benzer/Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter/Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer/Aşkı var gönlü yanar yumşanır muma döner/Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer” 

 

Tanrı inancının temeli, namaz kılarak, oruç tutarak, ibadet ederek, cennete gideceğine inanmak değil, hayatı boyunca Tanrı’yı anlama yolundan hiç ayrılmamaktır.  Cennet cennet dedikleri bir kaç köşk ile bir kaç huri/İsteyene ver onları, bana seni gerek seni.”  Tanrı’yı    okuyarak, incelerek, araştırarak öğrenmek  yerine,  duyduklarına, gördüklerine   göre kendisini, hayatı yorumlamak,  Tanrı inancını ibadete indirgemek, Tanrı inancını anlamanın önündeki en büyük engeldir. “Zira tefsir okuyup ma'nisin bilmediler, …Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik.”  Gönül  kırmayı,  insan incitmeyi alışkanlık haline getiren bir insanın  ‘İbadetimi yerine getirdiğim için  Tanrı’nın emirlerini yerine getiriyorum’ diye kendisini teselli etmesi, kendisini kandırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. “Emek vermesin hacca, bir gönül yıkar ise.”    İbadetin  günde beş vakit namaz kılmaya, yılda bir ay oruç tutmaya indirgenmemesi, yeryüzündeki bütün insanları Tanrı’nın kulları olarak görmeye odaklanması gerekir.  ”Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil/Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.”Yeryüzündeki  insanlar arasında din, dil, mezhep ayrımcılığı yapan, bütün insanları Allah’ın kulu olarak göremeyen, tüm varlıkların Tanrı tarafından yaratıldığının farkına varamayan bir insan, toplum tarafından evliya olarak bile değerlendirilse,      padişah bile olsa, Tanrı inancını öğrenememiş, O’nun varlığını kabul etmemiş, O’na isyan etmiştir.   “Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan/Şer'in evliyâsıysa hakıykatte âsidir” 

 

  

Yunus Emre’nin  tanımladığı insan toplumdan kopmuş, inzivaya çekilmiş, toplumsal yaşamdan elini ayağını çekmiş, olanı biteni seyreden, edilgen biri değil, olumsuz toplumsal koşulların sorumluluğunu kendisinde arayan, kendisini geliştirerek toplumu aydınlatmayı amaçlayan bireydir. ”Ben dervişim diyenler haramı yemeyenler/Haramın yenmedigi ele girinceymiş.” İnsanın  gelişebilmesi, daha güzel bir düzen/sistem kurulabilmesi için,  içinde yaşadığı toplumsal koşulların  toplumu oluşturan bireylerin bireysel tercihlerinden kaynaklandığının farkına varabilmesi, “Kamûya doğru dersin doğruyısan/Bulunmaz doğruluk sen eğriyîsen.” özeleştiri yapması,  hayattan beklediklerini   ilk önce kendi hayatında uygulaması, inandığı davanın gereklerini yerine getirmesi,   Eğer görseyidin kendü zevâlin/Kimesne anmağa kalmazdı hâli.”   bireysel hayatının  ve  kendini şekillendiren toplumsal koşulların sorumluluğunu kendi omuzlarında hissetmesi, daha insancıl bir sistemin ancak bireysel katkılarla kurulabileceğinin bilincinde olması, kendisiyle ve içinde yaşadığı toplumsal yapılarla sürekli olarak hesaplaşması gerekir. “Yolâ gitme sen eğri ey yegâne/Senin dirliğine sensin behâne” 

  

 

Tanrı inancının amacının öldükten sonra cennete gitmek olmadığının, yeryüzündeki bütün insanları sevmek anlamına geldiğinin  bilincine varılmasıyla, dünya ile ahiret, dün ile bugün arasındaki farklar, düşmanlıklar  ortadan kalkacak,  dinleri, mezhepleri, ırkları farklı insanlar yeryüzünde bir arada yaşayabileceklerdir.  “Dost aşka ulaşılıdan/Dünya ahiret bir oldu/Ezel-ü ebed sorarsan/Dün ile bugündür bana.” Tanrı’yı  kavrayan bir insan, insanlar arasında hiç bir ayırım  yapmaması gerektiğinin bilincine varır ve dini, mezhebi, ırkı kendisininki gibi olmayan hiçbir insanı hor görmez. “Yetmiş iki dilceydi araya sınır düştü, Ol bakışlı biz baktık, yermedik âm-u hâsı.”   Allah sevgisine erişebilmenin, aşıklar sınıfına girebilmenin tek yolu,  yeryüzünde yaşayan farklı dinlere, mezheplere, milletlere mensup insanları Allah’ın kulu olarak görmek, onları dinsel, mezhepsel ve ırksal  ayrım yapmadan sevmek ve   bütün insanlığın derdine derman aramaktır.  “Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen,/Tâ âşıklar safında tamam olasın sâdık.” 

 

Yunus Emre’nin  yaşadığı dönemlerde   Anadolu’daki Türkler,  gerek Moğol İstilası, gerek Haçlı Seferleri ve gerekse şehzadelerin giriştikleri iktidar mücadeleleri nedeniyle kan, gözyaşı ve yokluk içinde bir cehennem hayatı  yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Din ve  mezhep savaşlarına karşı çıkan,  savaşların  ancak Tanrı sevgisi temelinde çözüm bulunabileceğine inanan Yunus Emre’ye göre Tanrı inancının özü,   dini,  mezhebi, ırkı kendisinkine  benzemeyeni kafir olduğunu ileri sürerek onları katletmek, yok etmek değil, yeryüzündeki bütün insanların Tanrı’nın kulları olarak yorumlamak,  kardeş olduklarını haykırmak,   Yaradan’a ve yaratılanlara sevgi göstermek,  “Hakk'ı gerçek sevenlere cümle âlem' kardaş gelir”  dünyayı cehenneme dönüştüren savaş söyleminin  yerine, farklı dinsel, mezhepsel, etnik aidiyetlere sahip olan toplumları  bir araya getirebilecek,  barış içinde yaşatabilecek  barış söyleminin inşa edilmesine, dolaşıma girmesine,   konuşulmasına  katkıda bulunmak ve bu dünyanın bütün insanların rahatça yaşayabilecekleri bir mekan haline gelmesi için mücadele etmektir.  “Kişi bile söz demini demeye sözün kemini/ Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz.”  

 

 

 

Yunus Emre Hakk’ın, Anadolu’nun,  yeryüzünde yaşayan tüm insanların  ortak sesini güzel Türkçesi ile dillendirmiştir. Var olmanın sırrını yoklukta/ölümde görmüş, “Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi.”  fani/geçici olana yönelmemiş, ölümde/yoklukta kendini var etmenin yolunu aramış ve hayatını insanların gönlüne girmeye/orada kalmaya adamıştır. Yunus Emre’ye göre,   Allah ve insan sevgisine dair  düşünceleri  üreten, eylemleri gerçekleştiren  bedenler, toprak altında kaybolsalar bile, Tanrı ve insan sevgisinin çoğalmasına hizmet edebildikleri,  gelecek kuşakların hayatına ışık  olabildikleri için,  ölümsüzlüğe erişirler.  “Sen olduğun gönüller her dem canın yeniler.”   Hayatta maddi değerlerin peşinden koşanlar, insanları  araç olarak  gördükleri, onları sevmedikleri için,   gelecek kuşaklar tarafından hatırlanmayacak, öldükten sonra  toprak altında unutulacak, dirilemeyeceklerdir.     Yunus gerçek âşık isen mülke suret bezemegil/Mülke suret bezeyenler kara toprak olmuş yatar.” Fakat Tanrı’yı ve O’nun tarafından yaratılan varlıkları beklentisizce sevenlerin  bedenleri toprak altında kalsalar bile, hayatta ürettikleri düşünceler, gerçekleştirdikleri eylemler kuşaklar boyunca sevgi ile yad edileceğinden,  düşünceleri ve eylemleri gelecek kuşakların hayatını aydınlatacağından,   daha önce yaşamış  oldukları hatırlanacağından, dirilecek, diri kalacak, isimleri unutulmayacaktır.   “Koğıl ölüm endişesin, Aşıklar ölmez bakidir/Ölüm aşıkın nesidir cun nur-u ilahidir/Ölümden ne korkarsın çünkü hakka yararsın/Bil ki ebedi varsın, Ölmek fasid işidir.” “Aşık öldü diye sala verirler/Ölen hayvan olur, aşıklar ölmez.” Yunus Emre’nin en büyük hayali,    hayatında ürettiği düşüncelerinin, gerçekleştirdiği eylemlerinin  Tanrı ve insan sevgisinin anlaşılmasına, gelişmesine  hizmet etmesidir. “Günler geçe yıl çevrile üstüme sinlem devrile/Ten çürüye toprak ola tozam hey dost deyi deyi.” 

 

 

Para, mal,  şan, şöhret ve güç edinmeyi,   bencilliği tatmin eden araçlar  olarak yorumlayan,  bunları elinin tersiyle iten, Tanrı’yı anlamaya yönelmeyi Tanrı  inancının temeli olarak gören Yunus Emre, hayatını Tanrı ve insan  sevgisini tanımlamaya adayarak kendini  ebedileştirmiştir.  Nice padişahlar, krallar, kraliçeler gelmiş, geçmiştir. Fakat  sadece kendi saltanatlarını sürdürmeyi düşündüklerinden,  insan sevgisine ulaşamadıklarından dolayı isimleri unutulmuştur. Hırkasından  başka hiçbir şeye sahip  olmak istemeyen Yunus Emre,  yaşadığı dönemin büyüsüne hiç bir zaman kapılmamış, hiçbir gücün esiri olmamış, güç  odaklarına şirin gözükmek adına onların borazanlığını yapmamış, inancından  asla taviz vermemiş, savaş söylemine katılmamış,  yaratılan ve Yaradan’a dostluğunu dile getirerek O’nunla yürümüş,   Türkçe konuşarak, yazarak Hakk’ın,  Anadolu’nun, Türkçe’nin ve sessizlerin sesi olmuştur. 

 

Küresel iklim felaketleriyle ve etnik savaşlarla boğuştuğumuz dünyada,  yaratılanları  Yaradan’dan  ötürü sevmeyi şiirlerinde   ana düşünce   olarak nakış gibi işleyen Yunus Emre,  unutulmaması, unutturulmaması gereken, tüm insanlığın başvuracağı en önemli  şairlerden biridir. “Şirin hulklar eylegil tatlı sözler söylegil/Sohbetlerde Yunus'u hergiz unutmayalar”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mütevelli

Bir Bireyin ve Bir Toplumun Varoluş Destanı Safahat

Mevlana'da Hakk'a ve Evrensel Barışa Erişim Yolu