Elif Şafak "Aşk"
Aşağıdaki linke tıklayarak Mevlana hakkında yaptığım incelemeye erişebilirsiniz:
https://www.blogger.com/blog/post/edit/3959734586762523706/1345661096377127804
Elif Şafak "Aşk"
Elif Şafak’ın „Aşk"(1) romanında aşk iki boyutta inceleniyor. Bu incelemede Ella Rubinstein ve A. Z. Zahara arasında gelişen aşktan ziyade, romanda gerek önem gerekse hacim itibarıyla oldukca ön planda olan Şemsi Tebrizi ve Mevlana arasındaki ilahi aşk üzerinde durulacaktır.
Romanda Selçuklu İmparatorluğu döneminde Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubat’ın hayalinin şairlerin, sanatkarların ve filozofların huzur içinde yaşayacağı bir şehir kurmak olduğu dile getiriliyor. (s. 97) Fakat Alaattin Keykubat bu hayalini gerçekleştirememiş, sadece bir rüya olarak kalmıştır. O dönemde görev yapan kadı, Şemsi Tebrizi’nin hayat tarzının ve düzene uymayan düşüncelerinin kafirlerin İslamiyet’e verdiği zarardan bile daha tehlikeli olduğunu, üzerine ağır yaptırımlarla gidilmesi gerektiğini, aksi taktirde devletin devamlılığını sürdüremeyeceğini, Kadı: …fakat nankörler istikrarımızı bozmazlarsa. Kendine müslüman diyen ama tefsirleri kafirlerden bile tehlikeli olanlar var aramızda.“ (s. 71) gençlere dini ve devleti kurtarmak konusunda büyük iş düştüğünü, gençleri dine uymayan yaşam tarzlarına ve düşüncelere karşı uyanık olmaları gerektiğini belirterek gençleri gerek Şemsi Tebrizi’ye gerekse Mevlana’ya karşı kışkırtır ve hedef gösterir. „Genç, cesur ve namuslu birinin bu Allahsız şehirde yapacak cok işi var. Kafir olsun, fasik olsun, hizaya getirecek cok insan var.“ (s. 195)
Devlet ve din adına hareket eden, durumdan vaziyet çıkaran ve bu tip din yorumlarının asla kabul edilmemesi gerektiğini söyleyen kadı, diğer taraftan da dinin nasıl yaşanacağını bir devlet görevlisi olarak kendinin çok iyi bildiğini iddia ederek „Şeriate harfiyen uymak gerekiyor, onun da nasıl olacağını biz biliriz.“ (s. 74) Aynı zamanda devlet ve toplumsal düzeni koruma adına her türlü caydırıcı tedbirleri alma hakkını kendi yetkisinde görür. „Ulema cemaate göz kulak olmalı. Ve hata yapanlar cezalandırmalı.“ (s. 318)
Şemsi Tebrizi’nin sürdürdüğü yaşam tarzı ve Islam’a “uymayan” düsünceleri nedeniyle Tebrizi’yi : „Orospulara vaaz veren deli derviş.“ (s. 148) „zındık“ (s. 311), “bozguncu, edepsiz, arsız, terbiyesiz” (s. 322), “şeytan” (s. 312) olarak yorumlayan kadı, kısa bir sürede Konya’yı terketmemesi halinde Şemsi Tebrizi’yi dilini kesmekle tehdit eder. Kadı Mevlana’yı “şarap içen, ayyaş” (s. 312) olarak nitelendirilir. Sema gösterileri yapmanın, müziği ibadetin içine karıştırmanın, sema ayininde müzik eşliginde durmadan dönmenin Mevlana gibi bir İslam bilginine hiç yakışmadığını, semanın küfür olduğunu, (s. 337) Mevlana’nın zenne veya müzisyen olamayacağını, hareketlerine dikkat etmesi gerektiğini söyler. (s. 328)
Romanda rejime uymayan düşüncelerin acımasızca cezalandırıldığı gözler önüne serilirken, Şemsi Tebrizi ve Mevlana’nın kitaplardan edindikleri hayat anlayışını gerçekleştirme uğruna gösterdikleri mücadele azmi de anlatılıyor. Mevcut toplumsal kurallar içinde Şemsi Tebrizi’nin hayalindeki hayatı gerçekleştirebilmesi için bildiği her şeyi unutması, kulaktan duyma bilgilere itibar etmemesi ve her şeyi yeni baştan yazması gerekecek. (s. 240) Mevlana’ya yaptığı yolculuk Şemsi Tebrizi’nin çilelerle dolu hayat yolculuğudur.
Şemsi Tebrizi hayalindeki hayatı inşa etmenin ancak mevcut değerlerin kutsadığı her şeyden uzaklaşarak gerçekleşebileceğini düşünür: „Mala, mülke, yaptıklarımıza, bağımlılığımıza ilgimizi yok etmek gerekiyor. (s. 299) İnsan hayatının hiçe sayıldığı, farklı görüş ve düşüncelerin acımasızca cezalandırıldığı düzen içinde Şemsi Tebrizi, Allah’a ulaşmanın yegane yolunun O’nun tarafından yaratılan her canlıya saygı göstermekten geçtiğini ve en değerli ve yüce varlık olan insanın hayatını korumak ve kollamak için canını dahi tehlikeye atmaktan çekinmeyeceğini ve bunu başarabilmek için asla şiddet kullanmayacağını belirtir: „Sufiyem, canım pahasına savunurum canı; yeminimdir, karıncaya dahi kıyamam. Kuş görsem Süleyman gelir aklıma; balık görsem Yunus. Kollamaktır vazifem, yaşatmaktır. Baktım bir adam bir adama zarar verecek, zayıfı korumak için elimden geleni yaparım. Velakin şiddet yoktur adabımızda. Elimden gelip geleceği, hancı ile yolcu arasına cansız bir perde gibi çekmek olur şu fani bedenimi.“ (s. 52)
Dini, mezhebi, milliyeti kendininkine benzemeyenlerin hayat tarzını, düşüncelerini yargılamayı, onların hayatına müdahale etmeyi, onları görüş ve düşüncelerinden dolayı horlamayı, hatta şiddet kullanarak cezalandırmayı alışkanlık haline getirenlerin çoğunlukta olduğu toplumsal koşullarda, kaybolmamak, kirlenmemek, kokuşmamak, bu düzene ortak olmamak, eklemlenmemek, kendi yolunu çizebilmek için, okumaya ve kitapların işaret ettigi öğrenme yolunda ilerlemek tek çözümdür. Şemsi Tebrizi: „Ben Kuran‘ı her yerde okurum; her başakta, karıncada, bulutta, nefes alan Kur’an’dır okuduğum.” (s.147) İçinde bulunduğu dönemin yaşam tarzından kopmadan, aydınlanmadan, kitaplardan öğrendiklerini hayata uygulamadan, insan olamayacağının, bilgilenmenin insan hayatına kasteden toplumsal düzene karşı çare üretilmesinin yolunu açacağının, acımasız düzenin dayatmalarına karşı çıkabilmesine fayda sağlayacağının bilincinde olan Şemsi Tebrizi, her insanın bir kitap gibi okunması ve anlaşılması gerektiğini düşünür. "Okumak, calışmak ve başkalarını aydınlatmak kulun Allah'a borcudur" diyerek, şuurumu derinleştirmek için çok okudum, çok çalıştım. (s. 131)
Doğada uzun uzun gezip dolaşan, her bitkide, hayvanda ve doğa olayında Allah’ı keşfetmeye ve idrak etmeye çalışan Şemsi Tebrizi için ibadet etmek sadece namaz kalmaktan ve oruç tutmaktan ibaret değildir, Bir örümcek ağının dokusunda, (s. 94) gece açan çicekteki çiğ tanesinde, bütün böceklerde, bitkilerde, dikenlerdeki ahengi keşfetmeye ve bunlarda Yaradan’ın büyüklüğünü, mükemmelliğini hissetmeye, algılamaya ve görmeye (s. 95) çalışıyordu. Allah’ın yarattığı bir canlıya, karıncaya bile zarar vermenin Allah’ın yarattığı tabiattaki muhteşem dengeyi bozacağını düşünen, insanları hor görmenin, onları katletmenin O’na karşı işlenmiş en büyük günah olarak değerlendiren Şemsi Tebrizi, insanların gündelik hayatlarında her oturuşunda her kalkışında, her sözünde, konuştukları her kelimede ibadette olduklarının bilincinde olmaları gerektiğini ifade ederek insanların Tanrı’yı sadece, camide, mescitte, kilisede ve havrada olduklarında değil, hayatlarının her safhasında duyumsamaları gerektiğinin altını çizer. (s. 276)
Dini, dili, mezhebi farklı insanları yargılayarak, hor görerek, onları kafir olarak yaftalayarak Tanrı’nın kavranılamayacağını, bunun ancak yeryüzündeki bütün insanları Tanrı’nın kulu olarak görülmesiyle mümkün olabileceğini belirten Şemsi Tebrizi’ye göre, „Onları yargılamak, onları dışlamak, onlara kötülük yapmak ve hele şiddet kullanmak Allah’a iman eden kişiye düşen bir görev değildir. Her insan açık bir kitaptır özünde. Okunmayı bekler. Her birimiz yürüyen nefes alan kitabız aslında, …ister fahişe ol, ister bakire, ister düşmüs ol, ister itibarlı, Allah’ı bulma arzusu hepimizin kalplerinde, derinlerde saklıdır. (s. 148) insanın Tanrı’ya erişebilmesinin ön koşulu, hırslarından sıyrılabilmesidir. O insanın hayatta yaşadığı her olumsuz olayın kendinden kaynaklandığını, insanın öz eleştiri yapmadan, kendini sorgulamadan, yaptığı hatalarla yüzleşmeden, kendi varlığını inşa edemeyeceğini düşünür. (s. 317)
İnsan olabilmenin, toplumsal değerlerin dışladığı, hor gördüğü her bireyi anlamaya çalışmaktan, bütün insanları aynı Allah’ın kulu olarak görmekten geçtiğinin bilincinde olan Şemsi Tebrizi, diğer dinlere ait olan insanları kendi dinine ait olanlardan ayırmaz. „Varacağım yerde ağırlıklı olarak Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler yahut Mecusiler ikamet etsin, hiç farketmez......veli dediğin tüm beşerin rehberidir.“ (s.133)
İnsan olabilmenin ve insanca yaşayabilmenin ön koşulunun, toplum tarafından kabullenilmeyen insanlara karşı merhamet göstermekten, kendini onunla aynı görmekten, onların sorunlarını anlayabilmekten ve sorunlarının çözümüne katkı sağlayabilmekten geçtiğini düşünen Şemsi Tebrizi, „Düşmüşleri, dışlanmışları anlamadan o toplumu anlamak mümkün degil, sarhoşu, dilenciyi, mahkumu anlama cabası içinde olmak gerek.“ (s. 256) horlanmış ve dışlanmışların durumunu anlayabilmesi için Mevlana’ya dilenci kılığına girip, cami önünde sadaka istemesini önerir. (s. 355)
Aşkın sırlarına ulaşabilmenin ancak içinde yaşanılan toplumun değer yargılarını aşarak, diğer dinlere ait insanlara saygı göstererek ve farklı inanca sahip insanların hayat tarzlarına müdahale etmeyerek gerçekleşebileceğini ögreniyoruz Şemsi Tebrizi’den: „Aşıkların şeriatı bütün dinlerden ayrıdır. Biz mezhep, din veya dil ayrımı bilmeyiz. Kamu alemi bir tutar,…baskasının ağzından çıkan söze 'günah' demeyiz. (s. 77) kimseyi ötelemez, incitmeyiz.“ (s. 78) Tanrı inancına erişebilmek ancak O’nun tarafından yaratılan her insanı, hayvanı ve bitkiyi sevmek sayesinde mümkündür. (s.267)
1) Elif Şafak, Aşk, Doğan Yayınları, 2009
1) Elif Şafak, Aşk, Doğan Yayınları, 2009
Yorumlar
Yorum Gönder