Türkçemiz kültürel kimliğimiz ve geleceğimizdir

Aşağıdaki linke tıklayarak Mevlana hakkında yaptığım incelemeye erişebilirsiniz: 


https://www.blogger.com/blog/post/edit/3959734586762523706/1345661096377127804 





Almanya’daki eğitim kurumları, değisik ülkelerden, değisik dillere ve dinlere mensup Almanca bilmeyen 3-4 yaşındaki bütün çocuklara  anaokulundan itibaren sistemli bir şekilde Almanca öğretmeye başlıyorlar. Çocuk  eğitimi konusunda yetişmiş olan öğretmenlerin uyguladıkları eğitim sisteminin, anadilleri farklı, hayatında belki de  hiç  Almanca konuşmamış, farklı kültürel değerlere göre yetiştirilen bu çocuklara algılama kapasitelerine ve anlayabilecekleri konulara uygun hazırlanmış bol renkli ve bol resimli yazılı kitaplar (hikaye, masal ve şiir) ve görsel  araç ve gereçlerini (cd, dvd, çizgi film) kullanarak, onlara resim çizdirerek, hikayeler anlatarak, konuşma fırsatı vererek, onlarla  oyun oynayarak, iletişim kurarak, onları anlamaya çabalayarak, Almanya’da yaşayan farklı kültürlere ait insanlarla kültürlerarası iletişimi sağlayabilecek bireyler olarak yetişmeleri icin gerekli Almanca dil becerilerini kullanabilecek duruma getirme konusunda uğraş verdikleri bir vakıadır.


Diğer  bir vakıa da, Almanya’da çalışan göçmen işçiler arasında en kalabalık gurubu oluşturan Türk toplumuna mensup çocukların hem Alman, hem de burada yaşayan diğer göçmen işçilerin çocuklarının okul başarı durumu  karşılaştırıldığında oldukça gerilerde olduğumuzdur. Üzerinde derin olarak düşünülmesi, analiz yapılıp,  çözüm üretilmesi gereken fakat oldukça üzücü diğer bir vakıa da, anne ve babaları Türk olan ve kendi kültürel değerlerini edinmek,  kaybetmemek ve muhafaza etmek üzere genelde Türk cemiyetlerine giden Türk gençlerinin  Türkçeyi konuşamayan, kültürel kimliklerini kaybetme noktasına gelen, okul ve sosyalleşme sürecinde başarısız olduklarından dolayı şiddet  kullanan, suç işleyen ve geleceklerinden umudunu kaybetmeye yüz tutan ve yaşadıkları toplum tarafından dışlanan cocuklarımızın sayılarının hızla artma eğiliminde olmasıdır.


Bütün bunlardan daha acı vakıa ise, Türk toplumunun  geleceği demek olan çocuklarımızın maruz kaldıkları bu kültürel kopuşun nedenlerini kavramadan, bu sorunların nasıl çözüleceğini değerlendirmeden, onlardan beklentilerin çok yüksek olması, bunu önlemek için yapılan kültürel etkinliklerin ise çok cılız kalması, gençlerimizin karşı karşıya kaldıkları bu kültürel şokun, bu kimlik bunalımının nasıl çözülebileceğine dair düşüncelerin geliştirilememesi, yapılan faaliyetler tam tersi sonuç verse de yanlış uygulamalarda ısrar edilmesi, içinde yaşanılan bu sürecin algılanmaması  ve bu süreci tersine çevirecek, yani çocuklarımızın hem  tarihi ve kültürel değerlerinin farkına varmaları, hem de okul başarılarının yükseltilmesi ve güzel bir gelecek kurabilmeleri konusunda kendilerine yardımcı olabilecek yapısal tedbirlerin alın(a)mamasıdır.


Türk gençlerinin kuşaklar geçtikçe kültürel kimliklerini kaybetme eğiliminde olmasının ve gerek liseye, gerek üniversiteye gidebilme oranı konusunda, hem Alman hem de Almanya’da göçmen işçi olarak calışan diğer ülkelerin gençlerine göre oldukça gerilerde olmasının sebeplerinden en önemlisi kuşkusuz, kültürel değerlerin oluşturucusu, aktarıcısı ve taşıyıcısı olan dilimizin, sadece sözel iletişimde kullanılması ve yazılı kaynakların, yani kitapların, pek az ya da hiç kullanılmamasıdır. Çocuklarımıza kültürel değerlerimizi aktarma etkinliklerinde göz önünde bulundurulması  gereken en önemli nokta, onların Türkçeyi yeterince öğrenemedikleri gerçeğini kavramak olmalıdır. Alman eğitim sistemi içinde çocuklarımız Türkçe dersini ya hiç almıyorlar, ya da bir dil öğrenmek konusunda son derece az sayılabilecek, haftada üç saat, Türkçe dersine girebilme şansına sahipler. Bu kadar az ders saatinin çocuklarımızın anadilimizi  öğrenmeleri konusunda son derece yetersiz olduğunu bilmemiz gerekir.


Çocuklarımız Türkçeyi  evde aile ortamında ve okulda Türk arkadaşları ile konuşma yoluyla kullanmaya calışıyorlar. Sadece konuşma yoluyla öğrenilen bir dil,  gündelik hayatın sürdürülmesi için gerekli kelimeleri kullanmakla sınırlı  kalmaya mahkumdur. Oysa insanın dilini geliştirebilmesi ve kimliğini oluşturabilmesi için, sadece gündelik faaliyetlerini sürdürebilmesine yarayan ve oldukça dar bir kelime dağarcığıyla kısıtlı  kalmaması, tam aksine ait olduğu ve kimliğini oluşturmak istediği kültürde düşünce ufkunu geliştirebilecek kitapları okuyabilmesi, kültürel ve tarihsel kaynaklarını, düşünürlerini, şairlerini, yazarlarını  bilebilmesi ile mümkün olabilir. Anadilin kimlik oluşturulmasında ve okul başarısında taşıdığı önemi bir kez daha vurgulayarak dilimizden ve dilimizin en güzel şekilde ifade edildiği masallarımızdan, hikayelerimizden, şiirimizden, romanımızdan uzaklaşmanın, kopmanın  aslında bu ve bundan sonra okullara gidecek kuşakların tarihlerinden, kültürel değerlerinden ve kimliklerinden de  uzaklaşacaklarını,  kimliklerini ve kültürel değerlerini oluşturmakta zorlanacaklarını, okulda başarılı  olamıyacaklarını görme zamanı çoktan gelmiştir, hatta geçmektedir de. Bu konunun çözümü ile ilgili tedbirleri almakta gecikirsek, şu anda anaokuluna giden ve bundan sonra gidecek olan çocuk ve gençlerimizin Türk toplumunun kültürel değerlerini özümseyememiş, kaybolmuş ve yaşadıkları toplumda tutunamayan gençlerimizin sayılarının çoğalacağını  tahmin etmek icin kahin olmaya da gerek yok.   


Alman eğitim sistemi burada yaşayan farklı kültürlere ait bütün gençlere    sosyal ve matematik zekalarını  geliştirebilecek  kitapları her semtte kurdukları şehir kütüphanelerinden ve hatta yol üzerinde kitapların bulunduğu büfelerden temin edebilme imkanı sunmuş iken, maalesef bizim kendi çocuklarımızın Türkçe öğrenebilmeleri için ne öğretmen, ne de kitap konusunda  gerekli altyapıyı hazırladığımızdan bahsedebiliriz. Çocuklarımızın Türkçe öğrenmeleri konusunu sistematik bir şekilde, yani Türkçe öğretmenlerinin denetiminde ve yaşlarına uygun yazılı ve görsel araçları devreye sokmadıkça, bu konuda başarılı olma şansımız da pek mümkün gözükmüyor.


Çocuklarımızın kültürel değerlerini kaybetmelerini ve okuldaki başarılarının kabul edilemeyecek derecede düşük düzeyde olduğunu değerlendirken göz önünde bulundurulması gereken en önemli nokta da, gençlerimizin okullaşma sürecinde gerek anaokullarında, gerekse daha sonraki okul dönemlerinde sadece Almanca ders kitaplarını kullanmaları,  Türkçe kitap oku(ya)malarıdır. Türkçeyi sistemli bir şekilde öğrenemediklerinden dolayı düşünce dünyalarında kültürel değerlerimiz yer almamakta, düşünce ufukları genişleyememekte, yaşadıkları olaylar hakkında  yorum yapamamakta ve kimliklerini oluşturma aşamasında kimlik bunalımına düşmektedirler. Türkçelerini geliştiremediklerinden dolayı ayrıca   Almanca öğrenmek konusunda  sorunlar yaşamaktadırlar. Bu durum da ister istemez okuldaki başarı durumunu ve  meslek hayatını da olumsuz olarak etkilemekte ve hayat boyu bu olumsuzlukların etkisinden kurtulamamakta, geleceğe ait umutlarını yitirdikleri, tutunacak dal kalmadığı için de şiddet kullanma eğilimleri artmakta ve düşünce dünyalarında şiddet kullanmaktan başka kendilerini ifade seçeneği kalmamaktadır. 


Şüphesiz ki yurtdışında yaşayan Türk toplumunun en büyük beklentisi ve ideali, kendi çocuklarına kültürel değerlerini aktarmak, çocuklarını kendi kültürel değerlerine göre yetiştirmek ve onların bu değerlere yabancılaşmamasını sağlamaktır. Gerek kurumsal olarak aile, gerekse kurdukları cemiyetlerle Alman toplumu ile iletişim içinde ol(a)mayan ve çocuklarının bu değerlere yabancılaşmamasını arzulamasına rağmen, gerek buradaki Türk gençlerinin okuldaki başarı durumu gerekse kendi çocuklarına kültürel değerlerini aktarıp aktarmaması göz önünde bulundurulduğunda,  şu anda karşılaştığı bu durum hiç de beklentilere uygun değildir.


Şu anda anaokuluna ve okula giden ve bundan sonra gidecek olan kuşakların maruz kaldıkları bu kültürel şokun çözümünün en köklü bir şekilde derneklerde gerekli adımların atılması ile mümkün olabileceği  kanaatindeyim. Bu konuda bütün derneklerimize eşit mesafade duran konsolosluklarımızın kilit bir rol oynayacağını düşünüyorum.  Konsolosluklarımız eğitim ve din hizmetleri ateşelerimiz aracılığıyla  Almanya’da faaliyet gösteren farklı dernek yöneticilerinin ve üyelerinin biraraya gelebilecekleri toplantılar  düzenleyerek,  dernekler arasında işbirligi ve iletisim kanallarını kurmaya çalışıp bugüne kadar yapılan kültürel etkinlikler gözden geçirilmeli,  yeni bir durum değerlendirmesi yapılmasını sağlamalı, çocuklarımızın gerek Türkçeyi daha iyi nasıl öğrenebilecekleri, gerekse okul başarılarını nasıl arttırılabileceği  konularına cevap bulmayı amaçlayan konunun uzmanı bilim adamları davet edilerek çalıştaylar ve sempozyumlar yapmalı, geniş  katılım da sağlanarak  gerek okul öncesi gerekse okul döneminde kullanılabilcek ortak yazılı ve görsel  ders araç gereçleri belirleme ve bunların nasıl uygulanacağı konularını  geniş kitlelere aktarmalı. 

Kuşkusuz buradaki Türk dernekleri çocuklarının kendi kültüründen kopmaması ve okuldaki başarılarını arttırmak amacıyla çeşitli kültürel faaliyetler yapmaktadırlar. Fakat yapılan faaliyetlerin gerek daha önce okula gitmiş, gerekse şu anda anaokuluna gitmekte olan kuşakların hem okuldaki başarı durumları, hem de kültürel kimliklerini kurup kuramadıkları düşünüldüğünde, artık bu sorunun çözümü konusunda yeni yaklaşımlar geliştirilmesi gerektiği cok açık bir şekilde ortadır. 

Bu sorunun çözülebimesi adına gerek anne ve babaları, gerekse dernek yöneticilerini kendilerine şu soruları sormaya ve bu konuda samimi cevap aramaya davet ediyorum:



1) Diğer  çocuklarla aynı mahallede, aynı sokakta yaşayan, aynı okulda, aynı sınıfta, aynı öğretmenlerin verdiği derse  giden çocuk ve gençlerimiz neden onlarinkilerden daha başarısızlar?


2) Alman eğitim sisteminin burada yaşayan farklı kültürlerden gelen çocuk ve gençlere  Almancayı öğretebilmek icin gösterdiği çaba ve  gayreti biz acaba kendi  gençlerimizin Türkçeyi öğrenmeleri için gösteriyor muyuz? Yoksa bizim yaptığımız çabalar onlarınkilerle  karşılaştırıldığında devede kulak misali cok cılız mı kalıyor?


Bu sorulara özeleştiri yaparak cevap aramazsak, yani hatayı kendimizde arayıp bulmazsak, bu çocukların anne ve babaları ve dernek yöneticileri bu başarısızlık karşısında kendilerini sorumlu görmezlerse,  geleceklerine ait umutlarını kaybeden gençlerimizin sayısı her gelen yeni kuşakta daha artacaktır. 


Öneriler



Gençlerimizin içinde bulunduğu bu sorunu çözebilmek amacıyla atılacak en önemli adım her derneğin bir kütüphane kurmasıdır.  Almanya’da kişi başına düşen  ortalama kitap sayısı en az 10 tanedir. Şehir kütüphanelerindeki cocuk kitaplarının diğer kitaplara oranı en az  % 30 dur. Bu konuda ölçü, kendi üye sayısının (cocuklar dahil) 10 katı kadar kitap temin etmek ve bunun üçte birini de, okul öncesi dönemde resimli Türkçe ders kitapları ve yaş guruplarına göre  kültürel kimliklerini oluşturabilecekleri hikaye, masal, roman, şiir,  tiyatro oyunları ve çocuk eğitimi konularındaki kitapları temin ederek gerekli altyapıyı sağlamaktır.


Altyapının en önemli unsuru insan olduğundan yapılacak en önemli iş Türkçe ögretmenlerini devreye sokmak olmalıdır. Bu mümkün değilse, Almanya’da çocuk eğitimi ya da  öğretmenlik okullarında okuyan veya  Türkiye’den Almanya’ya master ya da doktora yapmak icin gelen öğrencilerden  kesinlikle istifade etme yoluna gidilmeli. Derneklerimiz ayrıca bulundukları yerlerdeki üniversite öğrencileriyle kendi bünyesindeki çocuk ve gençlerimizin bir araya gelebilecekleri ortamlar hazırlayıp yetişen gençlerimize yeni ufuklar açmayı denemeli.


Çocukların anne ve babaları kesinlikle bu sürecin içine çekilmeye calışılmalı. Derneklerde özellikle çocuk eğitimi ve çocuk yetiştirmek hakkında kitaplar bulundurulmalı. Pedagoglar/eğitimciler görevlendirilip anne ve babalar çocuk eğitimi hakkında bilgilendirilmeli. Çocukların okuldaki başarılı olabilmesi ancak anne ve babaların çocuk eğitimi konusunda bilgilendirilmeleriyle mümkün olabilir. Dolayısıyla anne ve babalar kendilerine düşen görevler ve sorumluluklar konusunda aydınlatılmalı ve onlarla çocuk eğitimi konusunda düzenli olarak toplantılar yapılmalı ve  çocuklarıyla Türkçe konuşma, iletişim kurma, düşüncelerini hem sözlü hem de yazılı olarak ifade etmelerine yardımcı olma konusunda bilinçlendirilmeli. 


Çocuklarımızın algılama özellikleri dikkate alınmadan yapılan sohbet türü toplantılar daha ziyade onların dinleyici olarak kalmasına neden olduğundan Türkçeyi sözlü ve yazılı olarak aktif bir şekilde kullanmalarını engelliyor. Çocuklarımızın Türkçe konuşma ve yazma becerilerini geliştirmek istiyorsak, kesinlikle bunun bir ögretmen denetiminde ve kendi algılamalarına uygun yazılı ve görsel araçların kullanılarak gerçekleştirilmesi gerekir. Çocuk ve gençlerimizin yaşları ve algılama kapasiteleri göz önünde bulundurmadan yapılan bilgi aktarma faaliyetlerinde  öğrencilerden bilgileri ezberlemeleri, anlatılanı dinlemeleri beklendiğinden dolayı, Türkçeyi kullanma becerileri ve de düşünce dünyaları da gelişmiyor. Okul başarısını desteklemeyen, çocukları pasif bir dinleyici olmaya iten bu yöntemlerden vazgeçilmeli. Mevlana’nın da ifade ettiği gibi gençlerimize “bilgileri ezberleyici değil, bilgilerin sevgilisi” olabilmeyi, ancak kitap okumayı zevkli hale getirecek eğitim yöntemleriyle sevdirebiliriz. Genclerimizi  öğrenmeyi teşvik edici yöntemlerle düşüncelerini sözlü ve yazılı rahatça ifade edebilen gençler olarak  yetiştirebilirsek, onların hem Türkçeyi  daha kolay öğrenmelerini sağlamış oluruz, hem de derslerinde başarılı olmalarını.


Derneklerin genclerimize Türkçe konuşabildikleri, fikirlerini ifade edebildikleri, güzel kompozisyonlar yazanların, güzel şiir okuyanların, güzel resim yapanların, güzel türkü söyleyenlerin, güzel masal anlatanların ödüllendirildiği, tiyatro oyunlarımızın sahnelendiği, onların istek ve beklentilerini ifade etmelerine imkan verecek etkinlikler düzenleyerek onlara Türkçe konuşma ve birbirlerini tanıma fırsatları elde edebilecekleri ortamları sağlamaya calışmaları gerekir. Derneklerimizde gençlerimizin okul ve özel hayatlarında yaşadıkları sorunları paylaşabilecekleri ve rahatlıkla soru sorabilecekleri ögretmenler muhakkak bulundurulmalı.


Sonuç


 Şu anda anaokuluna giden ve bundan sonra gidecek olan nesillerimizin Türkçelerini geliştiremezsek, onlar Türkçe  kitap okumazlarsa, onların okuldaki başarılarını arttıracak gerekli tedbirleri al(a)mazsak,  yaşadıkları toplum tarafından horlanan, dışlanan yitirilmiş gençlerimizin sayılarının çoğalması beklenilmesi gereken bir sonuç olacaktır. Kücük  yaşlardan itibaren sistemli bir şekilde Türkçe kitap okuma alışkanlığı kazanamamış/kazandırılamamış gençlerimizden, okuldaki başarılarını arttırmalarını ve kültürel kimliklerini şekillendirmelerini de bekleme hakkına sahip olamıyacağımızı bilmemiz gerekir. 


Çocuklarımızın hem kültürel kimliklerini kaybetmemelerini, hem de okulda ve  yaşadıkları toplumsal düzende basarılı ve geleceğinden emin nesiller yetiştirmek istiyorsak, dil öğrenme ve öğretiminde  kesinlikle Türkçe öğretmenlerini devreye sokmak  ve çocuk ve gençlerimizin zeka ve algılama kapasitelerine uygun ders araç ve gereçleriyle ve yöntemlerle öğretmek  ve eğitimcilerin anne ve babalara çocuk eğitimi konusunda yardımcı olmalarını sağlamak zorundayız.


Türk toplumunun geleceği demek olan bu ve bundan sonraki nesillerin karşı karşıya kaldığı ve şu anda içinde yaşadığı  durum çok ciddidir. Keloğlan masallarını, Nasrettin Hoca fıkralarını, Ömer Seyfettin’in hikayelerini, Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Pir Sultan Abdal’ı, Mehmet Akif Ersoy’u bilmeden, öğrenmeden yetişecek olan kuşaklar, kendi kültürel değerlerinden kopmuş, içinde yaşadığı toplumun değerlerini de öğrenemeyen, okulda başarılı olamadığı için her türlü suç işlemeye eğilimli gençler ve dolayısıyla kaybolmuş nesiller demektir. Unutmayalım ki, kültürel değerlerin oluşturucusu  ve aktarıcısı olan kitaplardan ve Türkçemizden kopmuş/koparılmış nesiller kültürel değerlerinden kopmuş/koparılmış nesiller demektir. Çocuklarımızın gerek  okul başarılarını arttırabilmek gerek kültürel değerlerimizi oluşturabilmek ve aktarabilmek için onlara bu değerlerin taşıyıcısı ve aktarıcısı yegane araç olan Türkçemizden başlanması gerektiğini görüp gerekli adımlar atılmazsa yarın çok geç olacaktır.


Kendi kültürel değerlerinin farkında olmayanların  sonlarının yok olmak olacağını yıllar önce şairimiz Mehmet Akif Ersoy çok veciz bir şekilde dile getirmiştir. Biz de  sözü, güzel Türkçesiyle süslediği mısralarıyla kendisine verelim:  “Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!” Eğer söz konusu olan gençliğimiz, geleceğimiz ve kültürel değerlerimiz ise, burada  faaliyet gösteren sivil kuruluşlarımızın bu temel konularda bir araya gelip, acilen alınması, uygulanması gerekli  tedbirler konusunda calıştaylar, sempozyumlar düzenlemeleri gerekir. Yine M. Akif Ersoy’un sözlerine kulak verelim:  “Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.” Bizler de bir araya gelmemiz gerektiğini ve burada içinde yaşadıkları/yaşadığımız  kültürel şoktan gençlerimizin, geleceğimizin ve kültürümüzün nasıl kaybolmadan geleceklerine/geleceğimize umutla bakabiliriz, nasıl içinde yaşadığımız toplum için sorun değil umut olabiliriz konuları hakkında cümlelerimizi kurmaya başlamamız gerekir.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mütevelli

Bir Bireyin ve Bir Toplumun Varoluş Destanı Safahat

Mevlana'da Hakk'a ve Evrensel Barışa Erişim Yolu