Mütevelli
Mütevelli – İnanılmaz Değişim
Bir zamanlar içilebilecek bir damla suyun sadece
bir kaç kuyudan temin edilebildiği, kuşların konabileceği tek bir ağacın
bile bulunmadığı, tarlada çalışmaya giden insanların susadıklarında bir
yudum soğuk su içebilmek için testilerini koyabilecek ağaç gölgesi
bulamadıklarından, çapalarının saplarını toprağa sokup, üzerine
bağladıkları çaput ya da çuval
parçalarını ıslatarak soğuk kalmasını sağladığı, hem içecek sularına hem
de sıcaktan bunaldıklarında kendilerine minicik gölge sunan bir mekan
aradığı, fakat bulamadığı Mütevelli’de rastgele çekilen
resimlerdeki bitki örtüsü, hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği değişimi gözler
önüne seriyor.
Mütevelli’nin Kuruluş Öyküsü
1844-1845 yıllarına ait bir Osmanlıca kaynağı araştıran Yrd. Doç.Dr. Alpay BİZBİRLİK ve Araş. Gör. Zafer ATAR ‘’XIX. Yüzyıl Osmanlı Tarihinde Temettuat Defterleri'nin Yeri: Saruhan Sancağı Mütevelli Çiftliği Temettuat Defteri Örneği’’ adlı incelemelerinde, bugünkü Mütevelli yerleşim yerinin daha batısına, Hacı Halil’in evinden, Remzi Güres’in çiftliğinden itibaren Gediz Nehri’ne ve Kumçay’a doğru uzanan 3.081 dönüm tarıma elverişli arazinin ‘’Mütevelli Çiftliği’’ olduğunu belirtirler.
Yrd. Doç.Dr. Ferhat Berber ‘’Temettüât Kayıtlarına Göre Manisa Koldere Çiftliği/ Köyü’nün Sosyo-Ekonomik Durumu
(1844-1845)’’ adlı incelemesinde ise, Koldere Çiftliği’nde çalışanların, 1750li
yıllardan itibaren Mora ve Ege
Adaları’ndan gelen Rumlar olduğunu belirtir. Yrd. Doç.Dr. Alpay
BİZBİRLİK ve Araş. Gör. Zafer ATAR’ın araştırmalarında da, 1844-1845 yıllarında Mütevelli Çiftliği’nde çalışan
102 ailenin tamamına yakının Rum olduğu ve
burada ırgat, çiftçi, hizmetkar, bahçıvan, meyhaneci ve bakkal olarak çalıştıkları kaydedilmiş. Burada
102 Rum ailenin çalıştığından hareket
ettiğimizde, 1845 yılında Mütevelli Çiftliği’nde aşağı yukarı 300-500 Rumun
yaşadığını söyleyebiliriz.
1844-1845 yıllarında çiftlik sahibi:
Osmanzâde atufetlü Sadun Bey Efendi bin
Hacı Eyüp Ağa.
O dönemde Mütevelli Çiftliği’nde çalışanlar:
Papas oğlu İstamo veled-i Yorgi, Papas
oğlu İstamo veled-i Yani, Babası oğlu Yani veled-i Yorgi, Babası oğlu Yakomu
veled-i Yorgi, Aşmako veled-i Yanako, Meyhaneci Yorgo, Aşmakonu’nun baldızı
Katrina, Lalagur oğlu Yorgi veled-i Yani, Lalagur oğlu Yani veled-i Dimitri,
Yanaki veled-i Hristo, Yağcızade Yorgaki, Yorgi veled-i Yanak, Harmandalı’lı
Totoraki veled-i Panoyat, Babası oğlu Tarandül, Kasabalı Atanaş, Harmandalı’dan
Çalık Yorgaki, Totoraki’nin kardeşi Aleksi, Zakariya oğlu Nikola, Nikola’nın
kardeşi Panayot, Babası oğlu Anekli, Değirmenci Kara Yani, Pirapa Yani veled-i
Kastoti, Pirapa şeriki Hacı Ahmed, Pirapa Yani’nin kayını Topal Nikola, Çoban
Esteryo veled-i Dimo, Papaslı Anaştaşi veled-i Yani, Helvacıoğlu Koçu veled-i
Yanaki, Helvacıoğlu Atanaşi veled-i Yorgi, Apostol oğlu Yorgi, Tokatlı Apostol
oğlu Yani, Otacı Nikola’nın oğlu Vasil, Zahariya oğlu Panayo, Panayot şeriki
Bayındırlı Yorgi, Kalpaka Panayot veled-i Dimitri, Kalpaka Panayot şeriki
Bakkal Topal Anekli, Yalak Mihal veled-i Nikola, Kara Yorgaki veled-i Hristo,
Koldere’li Lefter veled-i Yani, Koca Eçi Dimitri veled-i Todari, Eçi Dimitri
oğlu Dimo, Maruman Yani, Maruman Yani şeriki Hüseyin Ağa, Maruman Yani şeriki
Bayındırlı Yorgi, Atanaş veled-i Maruman Yani, Maruman Yani oğlu Nikola,
Bağçevan Panagu veled-i Yani, Lagir veled-i Panago, Neriş oğlu Atanaşi, Sotoru
oğlu Atanaş, Meyhaneci oğlu Estelyano
veled-i Yorgi, Estelyano şeriki Zelifoğlu Atanaş, Estelyano şeriki Deli Sava,
Deli Sava veled-i Dimitri, Deli Sava’nın kardeşi Yorgi veled-i Dimitri, Deli
Sava’nın kardeşi Hristo veled-i Dimitri, Kanaloğlu Dimitri, Mestroyani veled-i
Kibriyanu, Mestroyani’nin üvey oğlu Panayot.
Bu liste böyle devam ediyor. Araştırmada kaydedilen
isimlerin sadece yarısını aktarmak,
burada çalışanların Rumlar olduğunu anlatmaya yetecektir. Dileyenler adı geçen incelemeye göz
atabilirler
Mustafa
Kemal Atatürk ve İsmet İnönü
dönemlerinde CHP milletvekilliği yapan, Umum
Zaireler Müfettişi Remzi Güres
1937-1938 yılında Manisa’da
yapılan açık arttırmada bu çiftliği satın alır.
Çiftlikte o dönemlerde üzüm
bağlarını işlemek amacıyla 8-10 traktörün ve tek tük çam ağaçlarının bulunduğu anlatılmaktadır.
Kurtuluş Savaşı’nda
yüzbaşı olarak önemli katkılar sağlayan
Rasih Bey’in (Tuna) savaşta yaralanan bir gözü göremez hale geldiğinden, lakabı Kör Bey’dir. Kendisine Mütevelli
Ovası’nda 12.000 dönüm tarla bağışlanır.
Ayrıca Uşak Şeker Fabrikası’na müdür olarak atanan Rasih Bey Mütevelli’de yaşamaya sıcak bakmadığı için İzmir’e
taşınır. Rasih Bey’in, Efes Pilsen’in sahibi olduğu bilgisini Ahmet Kumur’dan
aldım. Talat Korkut, Rasih Bey’in arazileri şu andaki
Mütevelli Mahallesi’nden Koldere Mahallesi’ne giden yolun ve Spil Dağı’na doğru uzanan ovalık alanda olduğunu söyledi.
Mütevelli’de Rumların çoğunluk olarak yaşadıklarının en önemli kanıtı, Halil Dilek’e ait kahvehanenin yerinde daha önce büyük bir kilisenin varlığıdır. Buradaki iki katlı kilise yıkılmaya yüz tuttuğu için yerine 1941 yılında Hacı Halil’in kahvesi inşa edilmiştir.
Daha önce üst katında eski düğün salonu olan bu dükkanlar inşa edilmeden önce burada
muhtarlık binası ve etrafı ağaçlarla çevrili küçük bir park vardı. Buradaki dükkanların temellerinin açılması aşamasında
ortaya çıkan iskeletler, burasının daha önceleri bir mezarlık olarak
kullanıldığını akla getirmektedir. Alaattin Bozkurt ile yaptığım konuşmada burada ayrıca kilise kalıntıları olduğunu öğrendim. Bu bilgiyi Rıfat Dirik de teyit etmiştir.
Yunt Dağı’ndan gelen Ali Kahya ve Yörük
Hasan, (Gevgerili) Hüseyin Yüncüoğlu ve Kobak Şakir (Adalı) Rum Çiftliği ya da son zamanlarda Balyoz
adında bir Ruma ait olduğu için Balyoz Çiftliği olarak adlandırılan yerleşim
yerinde Rumlar ile birlikte oturan ilk Türk aileler olduğunu Alaatin Bozkurt aktardı.
Doğduğu gün annesi, 14 yaşındayken ise babası vefat eden Alaattin Bozkurt, hayata küsmemiş, sımsıkı sarılmıştır. Yaz, ya da kış, cumartesi ya da pazar olması hiç önemli değil, haftanın, yılın hangi günü olursa olsun, ütülü gömleğini, kravatını her gün giyen Alaattin Bozkurt'dan sadece Mütevelli hakkında değil, hayat konusunda da oldukça önemli bilgiler aldım.
Mütevelli Çiftliği’nden Mütevelli Köyü’ne
Osmanlı
İmparatorluğu’nun büyük bozguna ugradığı I. ve II. Balkan Savaşları ve
1914 yılında patlak veren I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı çalkantılar sonrasında, Doğu Anadolu, Yunanistan,
Bulgaristan ve eski Yugoslavya’daki Türkler, doğup büyüdükleri memleketlerini, evlerini terketmek zorunda kalarak, Mütevelli’ye yeni
bir yaşam kurmak için gelmişlerdir. Buraya göçmen olarak gelenlerin
bir ‘’Osmanlı Kültür Mozaği’’ oluşturduklarını rahatlıkla ifade
edebiliriz.
Yunt Dağı’ndan gelen Ali Kahya ve Yörük
Hasan, (Gevgerili) Hüseyin Yüncüoğlu ve Kobak Şakir (Adalı) Rum Çiftliği ya da son zamanlarda Balyoz
adında bir Ruma ait olduğu için Balyoz Çiftliği olarak adlandırılan yerleşim
yerinde Rumlar ile birlikte oturan ilk Türk aileler olduğunu Alaatin Bozkurt aktardı.
1918 yılında Erzurum ve çevresinin
Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra, Horasan’da oturan Kasım, Esat, Köroğlu Şahin, bir at ve eşeğin çektiği arabayla
haftalarca sürecek bir yolculuğa çıkarlar. Hacı Cemal’in dedesi Köroğlu Şahin ise bu uzun
ve yorucu yolculuğa dayanamayarak yolda vefat eder.
Abdurrahman
Turgut, dedesi ve amcaları Cemal Turgut,
Abdullah Turgut, Ferhat Turgut’un 13 Eylül 1922’de başlayan ve beş gün süreyle İzmir’i
kasıp kavuran İzmir Yangın’ına tanık
olduktan sonra Mütevelli’ye yerleştiklerini, Mütevelli’ye geldiklerinde
ise, az sayıda da olsa, Rumun yaşadığını belirtti. Alaattin Bozkurt ile yaptığım konuşmada, Mütevelli’ye ilk olarak gelenlerin burada azınlık olarak yaşadıklarını, çoğunluk olarak yaşayan Rumların, göçmen olarak buraya gelen Türklere oldukça kötü davrandıklarını, hatta arazilerini ellerinden aldıklarını aktarmıştır. Talat Korkut, burdaki zengin Rumların Kurtuluş Savaşı'ndan önce Mütevelli'yi terkettiklerini, kalanların ise değirmen etrafında öldürüldüklerini belirtti.
Ahmet, Fariz Sara, Halil Sara, Resul Yağımlı, Yusuf ve Hasan Kubilay Horosan’dan, Tacettin
ve Emin Yüyen Muş’tan, (Okka) Şaban Yurga,
(Arnavut) Şerif Yükün, Rıza Güner, Gelemiryalı Arif, (Çavuş) Mustafa Kumur Bulgaristan’dan, (Pırasacı) Süleyman Dirik ailesiyle birlikte Selanik’ten,
Ömer Ağa, değirmenin ilk sahiplerinden Mehmet (Efendi) Dönertaş, Selman Elgün, Makedonya’dan Mütevelli'ye gelen ilk aileler olduğunu söyleyebiliriz.
Kurtuluş
Savaşı’nın ardından 1922 yılında yapılan Mübadele (Göç) Anlaşması’na göre, Balkanlar’da yaşayan Türkler Mütevelli’ye,
Mütevelli’de oturan Rumlar ise Yunanistan’a göç etmeye başlarlar.
Bu Anlaşma’ya göre Balkanlar’dan özellikle Gevgeli, Selanik ve Serez’den
göçmenler Mütevelli’ye yoğun bir şekilde gelirler. 1931 yılında ise Makedonya'dan Recep Korkut, 1938
yılında Hüsnü Dermencioğlu ve 1950li yıllarının ortalarından sonra akrabaları
gelerek Mütevelli’ye yerleşir.
Mütevelli’ye neden göç edildiğini, rahmetli babaannem Aliye Kahramanlar’ın acı hatıralarına dayanarak anlatmak isterim.
Rahmetli ninem ile yaptığımız bir sohbette:
„Ah be oğlum, ben baba nedir hiç bilmedim. Sırplar, Bayram Namazı kılmak için camiye giden babamı ve 40 kadar erkeği camide yakalamış ve ormana götürüp orada hepsini katletmişler. Biz ise bayram sofrasını hazırladık ve babamı bekledik, bekledik, bekledik…. Ama gelmedi. Daha sonra ölüm haberini aldık. Allah onların belasını versin“ diye babasını ve Bayram Namazı’na gidenleri öldürenlere bela okuduğunu, bunları anlatırken duygusallaştığını, gözyaşlarının o güne kadar sakince durduğu yuvalarından kurtulmak için nasıl fırsat kolladığını, bu anlatım esnasında önce birer birer sonradan da koro halinde dökülerek göz yaşlarına nasıl boğulduğunu ve bunu anlatırken, gözyaşlarının yaşının gereği yüzünde oluşan derin kıvrımların içinde akarak yol buluşunu üzüntü ile seyrettiğimi, bunu anlatmış olmakla içini yıllarca kemiren bu yükten, acıdan kısa süreliğine de olsa kurtulduğunu, bu duygularını benimle paylaşınca rahatladığını ve sakinleştiğini bugünkü gibi hatırlıyorum.
1936-1939
yılları arasında Bulgaristan’da yaşayan Türkler’den Kazım ve Ahmet İgan, Berber Salih, Arif
ve Ahmet İnalak, Sarı Mustafa, Mehmet Yumuk, Eyüp Unat Mütevelli’ye gelirler. 1932 yılında çıkarılan Tevzi yasasıyla devlet buraya göçmen
olarak gelen ailelere sığınabilecekleri bir ev
ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için
6 kişilik bir aileye ovada 60 dönüm, kırsal yerlerde 30 dönüm
tarla, 10 dönüm de bağ bağışlamıştır. Evleri yapılıncaya kadar eski Mütevelliler de,
yeni göçmenleri kendi evlerinde barındırarak onların yaşama tutunmalarına
yardımcı olabilmek için tüm imkanlarını seferber etmişlerdir. Bir göçmen yerleşim beldesi
olan Mütevelli'ye Yunanistan'dan, Bulgaristan'dan, Yugoslavya'dan ve
Türkiye'nin Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri'nden göç edenlerin, arsalarını
ve evlerini alırken, akrabalarıyla ve önceki
komşularıyla yakın yerde oturmayı tercih
ettikleri anlaşılmaktadır.
Özellikle Yunanistan ve Bulgaristan kaynaklı 1936 ve 1941 yıllarında yaşanan göç dalgaları Mütevelli’de olağanüstü bir değişim
ve dönüşüm başlatır. Balkanlar’dan gelen Türk göçmenler, sadece keçilerini, koyunlarını, ineklerini, kedilerini, köpeklerini değil, aynı zamanda yaşam
tarzlarını beraberlerinde getirirler.
Bu yaşam tarzı da Mütevelli’de evlerde hayvan besleme ve ağaç dikme alışkanlığının başlamasını
beraberinde getirir. Önceleri Mütevelli Ovası’nda kendiliğinden büyüyen birkaç
karaağaç ve Remzi Güres’in çiftliğinde birkaç çam ağacı varken, 1936 ve 1941
yıllarında meydana gelen göç dalgası neticesinde, eski Mütevellilerin de evlerinin bahçelerini ve arazilerini
ağaçlandırmasıyla, bugünkü Mütevelli
manzarasını ortaya çıkaran temeller de atılmış oldu.
Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nden Mütevelli’ye yaz aylarında calışacak işçiye
ihtiyaç olduğu için mevsimlik işçi olarak para kazanabilmek amacıyla gelenler, Mütevelli’yi beğenmişler ve doydukları bu
verimli ovayı kendilerine mekan edinerek burada yaşamayı tercih
etmişlerdir.
Sanayileşmenin
etkisinin görülmeğe başlandığı 1990lı yıllarda tarımda kullanılan makinelerin
artmasıyla birlikte, iş gücü ihtiyacı azalmaya başladı. Önceleri
ovamızda genellikle pamuk tarımı yapılıyordu. Çiftçiler pamuklarını
sulayabilmek amacıyla pamuk sıraları yönünde uzun, enine ise kısa
bölmelerini kürekle yapıyorlardı. Bu da oldukça yoğun emek sarfetmelerini
gerektiriyordu. Fakat endüstrileşmeyle beraber traktörlerin kuyruk miline
takılarak çalıştırılabilen bölme makineleri üretildi. Bu sayede 30-40
işçinin bir günde yapabileceği bölmeleri sadece bir traktörle yapabiliyordu. Daha
sonradan geliştirilen sifonla tarla sulama yöntemi sayesinde bölme
yapmaya da gerek kalmadı. Böylelikle tarım üretiminde emeğe olan ihtiyaç
azaldı ve Mütevelli’ye göç tersine dönmüş oldu. Mütevelli’yi mekan
tutmuş olan insanlar burada calışma imkanları azaldığından dolayı
Manisa’ ya, İzmir’e veya daha uzak yerleşim merkezlerine taşınarak,
burada edindikleri birikimleri ile ev veya işyeri satın almışlar, iş bulmuşlar
veya kendilerine işyeri kurmuşlardır. 1990 yılında Mütevelli’nin nüfusu 4738 iken
2012 yılında bu sayı 2877ye gerilemiştir.
Kuşkusuz
Mütevelli’den göç edenlerin kasabalarından tamamıyla kopmamışlardır. Bayramlarda ve tatillerde arkadaşlıklarını tazelemek,
sürdürebilmek, akraba ve tanıdıklarını görmek amacıyla Mütevelli’de kalma
imkanını kaçırmak istemezler. Çünkü Mütevelli’nin suyundan içen,
ekmeğinden, yemeğinden bir defa olsa da yiyen, burada biraz da olsa yaşayan, buradaki
insanlarla bir defa görüşen bir insanın buradaki sıcaklığı, samimiyeti kolay
kolay unutması mümkün değildir. Yakaladıkları ilk firsatta
tekrar o suyun, çayın ve yemeklerin lezzeti ve daha önemlisi insanlarla
iletişimde tanık oldukları, iliklerine kadar işleyen bu yakınlığı yeniden
yaşamak ve tadına varmak amacıyla Mütevelli’nin yolunu tutarlar.
Mütevelli Köyü’nde Görev Yapan Muhtarlar
Abdullah Turgut 1929-1931
Süleyman Dirik 1932-1938
Tevfik Ürk 1938-1943
Doyuran Ahmet (Nevzat Birgi’nin babası)
1943-1950
Şaban Öztürk 1950-1954
İşkembeci’nin İbrahim Bademcigil 1954-1960
Alaattin Bozkurt 1960-1963
Ahmet Bilek 1963-1968
Mütevelli Kasabası’nda Görev Yapan Belediye Başkanları
Mehmet
Çokbilen 1968-1977
İbrahim Yüyen 1977-1984
İbrahim Yüyen 1984-1989
Hüseyin Yüyen 1989-1994
Hasan Topçu 1994-1999
Hasan Topçu 1999-2004
Hasan Topçu 2004-2009
Hasan Topçu 2004-2009
Süleyman Kahramanlar 2009-2014
1968 yılına kadar muhtarlıkla yönetilen
Mütevelli Köyü, 1968 yılında Mütevelli
Kasabası oluyor ve 2009 yılına kadar belediyelikle yönetilmeye başlıyordu. 2014 yılında
Manisa’nın büyükşehir olmasından sonra, Mütevelli Mahallesi olarak Manisa
Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na
bağlandı.
Beş Taş Değirmeni
Sarıkız
üzerinde kurulan bu değirmen, un fabrikalarının henüz kurulmadığı dönemlerde
gerek oynadığı rol, gerekse yapılış tarihi olarak Mütevelli’nin en eski
yapısı olması nedeniyle, ekonomik hayatın
can damarlarından biriydi. Adını yaz,
kış akan suyun döndürdüğü beş taştan alan değirmenin birinde yem, diğer
dördünde ise un öğütülüyordu. Arabalarına
yükledikleri buğdayı, mısırı, yulafı, arpayı değirmene öğütülmek üzere teslim ettikten sonra, değirmenin
önündeki geniş havluda bulunan
yemliklerdeki demir halkalara, atlarını, eşeklerini, katırlarını,
develerini bağlayabiliyorlardı.
Pırıl pırıl,
berrrak mı berrak akan bu su sadece bu değirmen taşlarını döndürmekle
kalmıyordu, aynı zamanda Mütevelli Ovası’ndaki arazilerde sulu
tarımın yapılmasını da sağlıyordu. Fakat Değirmen Ark’ının suyu İzmir’in su
ihtiyacını karşılamak amacıyla götürülmesiyle, bu su yatağı
maalesef kurumuş ve burada yaşayan tüm canlılar yok olmuş, değirmen taşları ise çürümeye artık terkedilmiştir.
Alttaki
resimlerde değirmen taşlarını döndüren beş savak, kullanılmadığı için paslanmaya
yüz tutan değirmen taşları ve değirmen
taşlarını döndüren suyun çıktığı
beş kemeri ve değirmen binasının kalıntılarını görmekteyiz.
Bu resimlere bakarak buranın bir dönem oldukça faal bir yer
olduğunu, Mütevelli’nin ve civar köylerin un ve hayvanlarına
verdikleri yem ihtiyacının karşıladığını, insanların at arabalarına, ya da
eşeklerinin sırtındaki heybelere buğday, arpa, yulaf veya mısır
koyduklarını, burada un veya yem öğüttüklerini
canlandırmak belki zor. Ama en azından bunu hayal etmemizi sağlayabilir.
Mütevelli Parkı
Kuşkusuz
Mütevelli’nin kendine özgü bir
yerleşim yeri olmasını sağlayan en önemli etken parktır. Parkın
içinde Çamlıca Mahallesi Camisi ve gençlerin oturduğu kafeterya
ve etrafında kahvehaneler, işyerleri, çocukların oynayabilmesi için
oyuncaklar olması nedeniyle Mütevelli’nin kalbi ve beynidir. Oldukça çeşitli
ağaçlardan oluşan parkın etrafındaki kahvelerde oturanlar, tarlaya atacakları
ilaçları, çiftçilik konusundaki deneyimlerini,
sonraki yılda hangi ürünleri ekeceklerini, nişanlarını, düğünlerini ne
zaman yapacaklarını, yerel ya da genel seçimlerde hangi partiye oy atacaklarını
burada birbirleriyle paylaşır ve yaşamsal öneme ait kararlarını burada alırlar.
Mütevelli Parkı’nın Oluşum Hikayesi
Şu anda park olan bu arazi, 1952 yılında iki
parsele bölünüp ev yapılmak istenmiş. Buranın
yapılaşmasına şiddetle karşı çıkan dönemin muhtarı Şaban Öztürk, aceleyle aza heyetini
toplar ve o gece Manisa’ya giderek çam fidanlarını Mütevelli’ye getirir.
Ertesi gün bu alanı kendine ait 55 K Massey Harris traktörüyle sürerek
derhal ağaçları dikmiş ve parkın
oluşmasını sağlamıştır.
İsmail
Yigit ve Mustafa Şero’nun anlattıklarından edindiğim bilgiye göre, 1952
yılında Mütevelli’de görev yapan öğretmenler Yaşar Bozkaya, Mustafa Gültekin ve
Mehmet Önen o dönemlerde ilkokullarda okutulan tarım derslerinde öğrencilerin
ve gönüllülerin imece usulüyle parkta çalışmalarına önayak olarak çam ağaçlarının büyümesine katkı
sağlamışlardır.
Bu parkın bugünkü haline gelmesinde Rıfat Dirik’in
katkısından bahsetmezsek, kendisine haksızlık yapılmış olur. 2009
yılından itibaren parkın yeniden yapılandırma çalışmalarına gönüllü olarak
başlayan Rıfat Dirik, son dönem belediye
başkanı Süleyman Kahramanlar’ın kendisine sunduğu destek sayesinde, daha önceki dönemlerde sadece bir bölümü
çimlendirilen parkın sulama sistemini yenilemiş, genelde çam ağaçlarından oluşan bitki
örtüsünü, değişik çiçek ve gül çeşitleri ilave etmek ve otuzdan
fazla ağaç türü dikmek suretiyle, zenginleştirerek çeşitlendirmiş
ve çevrenin insan eliyle nasıl cennete dönüştürüleceğini göstermiştir.
Bu parkın oluşumuna katkı sağlayan, başta merhum Şaban Öztürk, parkın güzelleşmesinde emeği geçen tüm belediye başkanlarına ve tüm Mütevellilere ne kadar teşekkür edilse azdır.
Oldukça
yüksek bir çevre duyarlılığına sahip diğer muhtarımız Ahmet Bilek de, çevreyi
güzelleştirecek önemli bir çalışma gerçekleştirmiştir. Muhtarlığa yeni seçilen Ahmet Bilek, kendisinden
iki dönem önce muhtarlık yapan Şaban Öztürk ile sohbet ederken, Şaban Öztürk’e kendisinin de
güzel bir esere imza atmak istediğini ve
onun önerisinin ne olduğunu sorması üzerine, Şaban Öztürk kendisine Mütevelli’den Halit Paşa kavşağına kadar olan
yolu ağaçlandırmasını önerir. Bu
sohbetten sonra Ahmet Bilek, Mütevelli’yi
Saruhanlı’ya bağlayan 6 kilometrelik karayolun Halit Paşa Kavşağı'na kadar olan 3
kilometrelik kısmının her iki tarafına çam ağaçlarını dikmiştir.
Ahmet Yurga’dan aldığım bilgiye göre, o dönem muhtarımız Ahmet
Bilek, Remzi Mutlu, Sabri Birgi ve Ahmet Yurga’yı 1957 yılında
Manisa’ya çam fidanı almakla görevlendirerek çam ağaçlarının dikilmesini, bakımını ve
korunmasını sağlamıştır.
Yaz
aylarının en sıcak günlerinde bile çam ağaçlarının altından, ister yaya, ister
bisikletle, ister arabalarıyla geçenler, bu çamların
sağladığı ferahlığı, serinliği ve güzelim hoş kokusunu iliklerine
kadar hissederler. Aşağıdaki fotoğraflarda çam ağaçlarının yarattıkları eşsiz manzarayı görüyoruz.
Bu sokak manzaralarının, daha önce buraya hiç gelmeyenlerin de, burada doğup şu anda uzakta yaşayanların da, hayallerinde Mütevelli'yi canlandırmalarına yardımcı olacağına inanıyorum.
Züccaciye, giyim, hediyelik eşya, sebze ve meyve, yiyecek ihtiyacının rahatça karşılanabilceği pazar yeri, çarşamba günleri kurulmaktadır.
Züccaciye, giyim, hediyelik eşya, sebze ve meyve, yiyecek ihtiyacının rahatça karşılanabilceği pazar yeri, çarşamba günleri kurulmaktadır.
Mütevelli Spor
Mütevelli’de 1965 yılında kurulan ilk futbol takımının adı Mütevelli Çamspor idi. Renkleri yeşil kırmızı olan Mütevelli Spor ise resmî olarak 1985 yılında İbrahim Yüyen’in belediye başkanlığı döneminde kulüp başkanı Halil Güner ve Mehmet Ali Turgut, Fahrettin Sara, Arif Dirik ve Eyüp Ayar tarafından kurulur. Halil Güner’den aldığım bilgiye göre Mütevelli Spor kulübünün tüzüğünü Eyüp Ayar ile birlikte Park Kahvesinde hazırlamıştır. Mütevelli Spor’un ilk renkleri yeşil beyaz idi. Halil Güner kulübün yeşil rengini o dönemde yemyeşil olan Mütevelli Parkından esinlenerek belirlediklerini, sonradan da bu iki renge kırmızıyı da eklediklerini bildirmiştir. 1985 yılından 1990 yılına kadar ikinci amatör, 1990 yılından 2012 yılına kadar birinci amatör kümede oynayan Mütevelli Spor 2012 yılından beri süper amatör kümede mücadelesini sürdürmektedir. Mütevelli Spor 2007 den beri U12,U13, U14, U15, U16, U17, U19 kategorisinde genç takımları ile de mücadele etmektedir.
1969 veya 1970 yıllarında çekilen Mütevelli Spor’a ait ilk fotoğraf. Ayaktakiler soldan sağa; Mehmet Ali Fidan, Muzaffer Yurga, Nazmi Yurga, (Kara) Ali Ata, Ziya Dinçsan, Behçet Hoca, Halil Güner, Ahmet Uğraş, Arif Dirik.Oturanlar soldan sağa: Hayrettin…, Recep Göreceğiz, Tafil Yurga, Ferit Korkut, Şerafettin Etiz (Kaleci), Zeko’nun Yaşar Tunç, Önde oturan çocuk büyük ihtimalle Serdar İçigen
Mütevelli’de 1965 yılında kurulan ilk futbol takımının adı Mütevelli Çamspor idi. Renkleri yeşil kırmızı olan Mütevelli Spor ise resmî olarak 1985 yılında İbrahim Yüyen’in belediye başkanlığı döneminde kulüp başkanı Halil Güner ve Mehmet Ali Turgut, Fahrettin Sara, Arif Dirik ve Eyüp Ayar tarafından kurulur. Halil Güner’den aldığım bilgiye göre Mütevelli Spor kulübünün tüzüğünü Eyüp Ayar ile birlikte Park Kahvesinde hazırlamıştır. Mütevelli Spor’un ilk renkleri yeşil beyaz idi. Halil Güner kulübün yeşil rengini o dönemde yemyeşil olan Mütevelli Parkından esinlenerek belirlediklerini, sonradan da bu iki renge kırmızıyı da eklediklerini bildirmiştir. 1985 yılından 1990 yılına kadar ikinci amatör, 1990 yılından 2012 yılına kadar birinci amatör kümede oynayan Mütevelli Spor 2012 yılından beri süper amatör kümede mücadelesini sürdürmektedir. Mütevelli Spor 2007 den beri U12,U13, U14, U15, U16, U17, U19 kategorisinde genç takımları ile de mücadele etmektedir.
1969 veya 1970 yıllarında çekilen Mütevelli Spor’a ait ilk fotoğraf.
Ayaktakiler soldan sağa; Mehmet Ali Fidan, Muzaffer Yurga, Nazmi Yurga, (Kara) Ali Ata, Ziya Dinçsan, Behçet Hoca, Halil Güner, Ahmet Uğraş, Arif Dirik.
Oturanlar soldan sağa: Hayrettin…, Recep Göreceğiz, Tafil Yurga, Ferit Korkut, Şerafettin Etiz (Kaleci), Zeko’nun Yaşar Tunç,
Önde oturan çocuk büyük ihtimalle Serdar İçigen
Ayaktakiler soldan sağa; Mustafa Öktem (Kaleci), Kasap Şerif, İsmail Çiftçi, Halil Güner, Ahmet Uğraş, İbrahim Bilek, Oturanlar soldan sağa: Bayram İpçi, Zeki Yürdem, Recep Etiz, Kemal Uğraş, Nazım Çınar
1985 yılı kadrosu ayaktakiler soldan sağa: Halil Güner, Mehmet Yurga, Necati Yurga, Nazım Çınar, Hüsmen Urpak, Yusuf Yüyen, Tafil Yurga, Süleyman Yüyen,
Oturanlar soldan sağa; Develi’den Mustafa, Cemal Yıldız, Serdar İçigen, İrfan Türkmentepe, Kahraman Yenihatay.
1998-1999 yılı Mütevelli Spor Futbol Takımı
2013-2014 yılında I. Amatör Küme Şampiyonu Mütevellispor
Ayaktakiler soldan sağa: Kadir Yenihatay, Ali Fidan, Suat Tutay, Muzaffer Polat, Şenol Ülgen, Mustafa Arı
Oturanlar soldan sağa: Mehmet Sözen, Ünal Tarı, Erdem Türkmen, Bülent Samet Dizge
Oturanlar soldan sağa: Mehmet Sözen, Ünal Tarı, Erdem Türkmen, Bülent Samet Dizge
2016-2017 Futbol Takımı
Ayaktakiler soldan sağa:
Mustafa Arı(Teknik direktör) Alpaslan Ügey, Ferhat Demirdöğen, Yunus Ölekli, Altan Kurtoğlu, Birol Aslan, Ömür Kara
Alttakiler soldan sağa:
Ali Yamaç, Rasim Keskin, Naim Selimli, Selim Yamaç, Enes Baran
Alttakiler soldan sağa:
Ali Yamaç, Rasim Keskin, Naim Selimli, Selim Yamaç, Enes Baran
Özel Hayat Şifa Bakım Yurdu
Tüm Mütevellilerin 1979 yılında büyük özverilerle imece usulüyle Kuran Kursu olarak inşa ettikleri bu bina, şimdi özel bakıma muhtaç 88 hastaya ev sahipliği yapmaktadır. Olağanüstü insancıl yaklaşımlarına tanık olduğum yöneticilerin ve tüm çalışanların gayretleriyle hizmet veren bu işletmenin burdaki hastalara da, tüm Mütevellilere de olumlu etkisi kuşkusuz sürecektir.
Anayurt Mahallesi Camisi
Anayurt Mahallesi Camisi 1948 yılında imece usulüyle inşa edilmiştir. Daha önce oldukça dar olan cami havlusuna dibindeki arsanın eklenmesiyle, caminin bahçesi de genişlemiş oldu. Cami havlusundaki zeytin ağaçları 1952 yılında Tacettin Bozkurt tarafından dikilmiştir. Sonradan eklenen bahçeye 2008 yılında Rıfat Dirik ile birlikte limon selvilerini ve çesitli çam ağaçları diktik. Fakat cami bahçesindeki bütün çiçekleri, ağaçları kendi evladı gibi bakan Aslan Demir sulamasaydı, dikilen ağaçlardan hiçbiri yeşerip büyümezdi. Cami havlusundan içinden gece gündüz çıkmayarak ektiği çiçekleri sulayan ve burayı adeta cennete çeviren, fakat 2012 yılında yakalandığı amansız hastalık nedeniyle hayata gözlerini yuman Aslan Demir, hem buradaki çimleri hem de buraya kendi ektiği çiçekleri büyük bir titizlikle suladı. Dikilen çınar, ıhlamur gibi ağaç fidanlarıyla buranın bitki örtüsü de çeşitlenmiş, zenginleşmiş oldu.
Eski Mezarlık
Üzerinde tarih olan en eski mezar taşı 1922 yılında vefat eden Güllü Bozkurt’a ait. Güllü-Ahmet Bozkurt’un oğlu Alaattin Bozkurt’tan aldığım bilgiye göre, babası Ahmet Bozkurt subay olarak I., II. Balkan, I. Dünya ve Kurtulus Savaşı’na katılır. Kurtulus Savaşı’nda Ege Bölgesi’nin Yunanlılar’dan kurtarılmasından sonra 1922 yılında İzmir’ e gelir ve 1925 yılında İzmir’de emekli olur ve 1936 yılında vefat eder ve bu mezarlığa defnedilir.
Üzerinde tarih olan en eski mezar taşlarından biri 1938 yıllında vefat eden Fatma İgan diğeri de 1940 yılında vefat eden Süheyla İgan adına yaptırılmış.
Birçok mezar taşında ise herhangi bir yazıya rastlanmamaktadır.
Daha önceden yerleşim alanının dışında kurulan bu mezarlık, Mütevelli’deki yerleşim alanlarının genişlemesiyle şu anda merkezde kalmıştır. Eski Mezarlık’ta ağırlıklı olarak selvi ve tek tük çam ağaçları bulunmaktadır.
Evden çarşıya gidişimde veya çarşıdan eve dönüşümde önünden geçmek durumunda kaldığım bu mezarlığın, boş alanlarına ağaç dikmeyi hep düşünmüşümdür. Sadece fidan dikmek de yetmiyor. Dikilenlerin sulanması da, bakımı da oldukça önemli. Yaz günlerinin aşırı sıcak havası dikilen fidanları birkaç gün içinde kurumasına neden olabiliyor. Fakat kurduğumuz damlama sulama sistemiyle fidanları büyütmeyi başardık.
1962 yılında Hüsnü Dermencioğlu’nun bağışladığı tarla yeni mezarlık olarak kullanılmaya başlanmasıyla, tarlasını mezarlık için bağışlayan Remzi Güres, eski mezarlıktaki mezarların yeni mezarlığa taşınmasını, eski mezarlığın dozerlerle düzeltilerek kendisine tarla olarak geri verilmesini dönemin muhtarı Alaattin Bozkurt’tan talep eder. Muhtarın halkın bunu kabul etmesinin asla söz konusu olamayacağını belirtmesi üzerine, Remzi Güres bu isteğinden vazgeçmek zorunda kalır.
Yeni Mezarlık
Bu mezarlığın yapılması için arazisini bağışlayan Hüsnü Dermencioğlu’nun, aynı zamanda selvi ve çam ağaçlarının dikilmesi, bakımının yapılması konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan çok büyük bir hayırsever olduğunu belirtmek gerekir. Aşağıdaki resimleri ben çektim, fakat bu eser Hüsnü Dermencioğlu'nun imzasını taşıyor.
Anayurt Mahallesi Camisi 1948 yılında imece usulüyle inşa edilmiştir. Daha önce oldukça dar olan cami havlusuna dibindeki arsanın eklenmesiyle, caminin bahçesi de genişlemiş oldu. Cami havlusundaki zeytin ağaçları 1952 yılında Tacettin Bozkurt tarafından dikilmiştir. Sonradan eklenen bahçeye 2008 yılında Rıfat Dirik ile birlikte limon selvilerini ve çesitli çam ağaçları diktik. Fakat cami bahçesindeki bütün çiçekleri, ağaçları kendi evladı gibi bakan Aslan Demir sulamasaydı, dikilen ağaçlardan hiçbiri yeşerip büyümezdi. Cami havlusundan içinden gece gündüz çıkmayarak ektiği çiçekleri sulayan ve burayı adeta cennete çeviren, fakat 2012 yılında yakalandığı amansız hastalık nedeniyle hayata gözlerini yuman Aslan Demir, hem buradaki çimleri hem de buraya kendi ektiği çiçekleri büyük bir titizlikle suladı. Dikilen çınar, ıhlamur gibi ağaç fidanlarıyla buranın bitki örtüsü de çeşitlenmiş, zenginleşmiş oldu.
Eski Mezarlık
Üzerinde tarih olan en eski mezar taşı 1922 yılında vefat eden Güllü Bozkurt’a ait. Güllü-Ahmet Bozkurt’un oğlu Alaattin Bozkurt’tan aldığım bilgiye göre, babası Ahmet Bozkurt subay olarak I., II. Balkan, I. Dünya ve Kurtulus Savaşı’na katılır. Kurtulus Savaşı’nda Ege Bölgesi’nin Yunanlılar’dan kurtarılmasından sonra 1922 yılında İzmir’ e gelir ve 1925 yılında İzmir’de emekli olur ve 1936 yılında vefat eder ve bu mezarlığa defnedilir.
Üzerinde tarih olan en eski mezar taşlarından biri 1938 yıllında vefat eden Fatma İgan diğeri de 1940 yılında vefat eden Süheyla İgan adına yaptırılmış.
Birçok mezar taşında ise herhangi bir yazıya rastlanmamaktadır.
Daha önceden yerleşim alanının dışında kurulan bu mezarlık, Mütevelli’deki yerleşim alanlarının genişlemesiyle şu anda merkezde kalmıştır. Eski Mezarlık’ta ağırlıklı olarak selvi ve tek tük çam ağaçları bulunmaktadır.
Evden çarşıya gidişimde veya çarşıdan eve dönüşümde önünden geçmek durumunda kaldığım bu mezarlığın, boş alanlarına ağaç dikmeyi hep düşünmüşümdür. Sadece fidan dikmek de yetmiyor. Dikilenlerin sulanması da, bakımı da oldukça önemli. Yaz günlerinin aşırı sıcak havası dikilen fidanları birkaç gün içinde kurumasına neden olabiliyor. Fakat kurduğumuz damlama sulama sistemiyle fidanları büyütmeyi başardık.
1962 yılında Hüsnü Dermencioğlu’nun bağışladığı tarla yeni mezarlık olarak kullanılmaya başlanmasıyla, tarlasını mezarlık için bağışlayan Remzi Güres, eski mezarlıktaki mezarların yeni mezarlığa taşınmasını, eski mezarlığın dozerlerle düzeltilerek kendisine tarla olarak geri verilmesini dönemin muhtarı Alaattin Bozkurt’tan talep eder. Muhtarın halkın bunu kabul etmesinin asla söz konusu olamayacağını belirtmesi üzerine, Remzi Güres bu isteğinden vazgeçmek zorunda kalır.
Yeni Mezarlık
Bu mezarlığın yapılması için arazisini bağışlayan Hüsnü Dermencioğlu’nun, aynı zamanda selvi ve çam ağaçlarının dikilmesi, bakımının yapılması konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan çok büyük bir hayırsever olduğunu belirtmek gerekir. Aşağıdaki resimleri ben çektim, fakat bu eser Hüsnü Dermencioğlu'nun imzasını taşıyor.
Tarımda Verimi
Arttırmak İçin Alınan Önlemler
1950li yıllarda Demokrat Partisi
Hükümeti’nin çiftçilikten geçinen köylülere, yüzde 25i peşin
yüzde 75i 5 yıl taksitle traktör
edinmeyi kolaylaştırmasıyla, hem tarlalardan daha çok ürün alabilmek hem de gelir düzeyini arttırabilmek mümkün
hale geliyordu.
Mütevelli
Ovası’nda gerçekleştirilen en önemli faaliyetlerden biri de, 1976 yılında
Topraksu Gediz Planlama ve Dünya Bankası desteğiyle, tarlalara döşenen toprak
künklerle, “geren” diye tabir edilen, yüksek tuz oranının aşırı yoğun olmasından
dolayı toprağın üzerinde oluşan beyazımsı tabakayı yok ederek verim
artışının sağlanmasıydı.
Aynı yıllarda Tesviye Projesi kapsamında sulamaya uygun olmayan engebeli
arazilerin tesviye edilerek (düzeltilerek) tarlaların sulamaya daha elverişli
hale getirilmesiyle Mütevelli Ovası bugünkü şeklini almış oldu.
Mütevelli Ovası
Mütevelli Parkı
nasıl beyin ve kalp görevi görüyorsa, beynin ve kalbin çalışabilmesi için kan
dolaşımını sağlayan damarlardan bahsetmemek mümkün değildir. Bu
damarlarlar ise Mütevelli Ovası’nda sulu tarımı mümkün kılan sulama
kanallarıdır.
Sulama
kanalları ile bilgileri İsmail Yiğit’in aktardıklarına dayanarak yazdığımı
belirtmek isterim. 1957 yılında alttaki resimlerde gördüğünüz ana sulama
kanalının inşaatı tamamlamasıyla 1960lı yılların başında tarlalara su
verilmeye başlandı. Bu sulama
kanalında, o dönemde DSİ Genel Müdürü olan ve sonrasında da Türk Siyasi
Tarihi’nde yıllarca başbakanlık ve en son olarak Cumhurbaşkanlığı
yapan Süleyman Demirel bizatihi
calışmıştır.
Aynı yıllarda Tesviye Projesi kapsamında sulamaya uygun olmayan engebeli arazilerin tesviye edilerek (düzeltilerek) tarlaların sulamaya daha elverişli hale getirilmesiyle Mütevelli Ovası bugünkü şeklini almış oldu.
Urganlı Kaplıcaları’nın bir kaç kilometre ilerisinde Gediz Nehri’ndeki sulama kapaklarının
indirilmesiyle Haziran sonu ya da Temmuz başında su verilmeye başlanır. Gediz
Nehri’ndeki su kapaklarının Mütevelli Ovası’na su akıtılmasını sağlayan Yedek 7 sulama
kanalına mesafesi aşağı yukarı 47 kilometredir.
Mütevelli’deki Yedek 7 beton kanalının sulama kapakları yeterince indirilerek Mütevelli Ovası’nın sulamak amacıyla 12 ara kanala su verilmektedir. Yedek 7 ana sulama kanalından Koldere’ye doğru, yani kuzeyden güneye doğru ara sulama kanallarına akıtılan
su sayesinde, Mütevelli Ovası’ndaki arazilerde sulu tarım rahat bir şekilde yapılabilmektedir.
1958-62 yılları arasında ara sulama kanalları topraktan yapılmıştı. 1963 yılında toprak kanallara ilk su verildi. 1965 yılında toprak kanallar beton kanallara dönüştürülerek hem yeterli miktarda su verilmesi, hem de bakımlarının daha kolay yapılması sağlanmış oldu.
su sayesinde, Mütevelli Ovası’ndaki arazilerde sulu tarım rahat bir şekilde yapılabilmektedir.
Mütevelli Ovası'nda Yetiştirilen Ürünler
1930lu yıllarda Beydere Çiftliği’nde çalışan Dede Yurdem, çiftlikte pamuk üretildiğine ve pamuğun geleneksel tarım ürünleri buğday, arpa ve yulafa göre daha kazançlı olduğunu deneyimledikten sonra, 1935 yılında pamuğun Mütevelli Ovası’nda ekilmesine öncülük eder. O dönemde arpanın kilosu iki kuruş, buğdayın kilosu 4-5 kuruş, yulafın kilosu 1 kuruş iken, kilosu 16 kuruşa satılabilen pamuk elbette bir tercih nedeniydi. Önceleri arpa, buğday, yulaf gibi serperek ekilen pamuk, sonraları sıra halinde ekilmeye başlanıyordu. Pamuğun dönümünden sulanmadığında 50-60 kilo, sulandığında ise 100-150 kilo ürün alınabiliyordu. 1946 yılından itibaren Mütevelli ovasında Sarıkız nehri etrafındaki tarla ve bağlarda sulu tarıma başlanıyordu.
1960lı yıllarda tahıl ürünlerinin yanında (buğday, arpa, yulaf ve mısır) karpuz, kavun ve pancar ekimi de yaygındı. Karpuz ve kavun ya tüccara satılıyor, ya da Saruhanlı istasyonundan vagonlara bindirilerek önce Bandırma’ya, oradan da İstanbul’a gönderiliyordu. Ahmet Kumur hasadı yapılan pancarın, vagonlara Karaağaçlı’dan yüklendiğini belirtti.
Gediz Ovası’nın üzerinde konuşlanan Mütevelli’den Spil Dağı’na baktığınızda 70li, 80li yıllarda gözlerinizin görebildiği her yer pamuk tarlalarıyla dolu iken, özellikle son yıllarda yetiştirilen ürünlerin ceşitlilik gösterdiği dikkat çekmektedir. Sanayileşmenin bir sonucu da, ekili tarım arazilerinin dikili tarım arazilerine dönüşmesi, yani önceleri buğday, arpa, pamuk ekilen tarlalarda, üzüm ve zeytin, sebze ve meyve yetiştirilmesidir.
Özellikle kumsal topraklarda yüksek verim ve kaliteye ulaşılabilen, tadının güzel oluşu nedeniyle „Sultanların Ağzına layık“ diye adlandırılan dünyaca ünlü çekirdeksiz üzümün dikili olduğu bağlar -çiftçiye daha çok kazanç sağladığı için- giderek arttığına tanık olmaktayız. Çiftçi Malları Koruma Başkanlığında çalışmakta olan Adnan Kocacık’tan aldığım bilgiye göre, Mütevelli Ovasında 2024 yılı itibarıyla aşağı yukarı 8000-10000 dönüm çekirdeksiz kuru üzüm bağı bulunmaktadır. Mütevelli Ovasında toplam 20000 dönüm arazi olduğu düşünülürse çekirdeksiz kuru üzüm yetiştiriciliğinin birinci sırada olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Fakat bağcılıkta yoğun işçilik ön plandadır. Ağustos ayının ortalarında hasat edilmeye başlanılan Sultaniye cinsi üzümlerin depolara kaldırılması Eylül ayının sonunu hatta Ekim ayının ortasını bulmaktadır.
Kasım ayının sonu Aralık başı ise bağ budamasına başlanılır. Mütevelli’de bu işi yapma konusunda uzmanlaşan her biri 10- 15- 20-25 kişiden oluşan budama ekipleri vardır. Bu ekipler yağmur çamur demeden kış aylarının en soğuk günlerinde Mütevelli ovasındaki bağları budamak için seferber olurlar. Yağmur yağdığı, tarlaların su içinde kaldığı dönemlerde giydikleri çizmelerle bağların bir sonraki yılda ürün vermesi için büyük fedakarlıklar yapmaktan çekinmezler. 24 Şubat 2024 yılında 10 kişilik bu ekibi budama yaparken ziyaret etme fırsatı yakaladım. Sabahın erken saatlerinde işe başlayan ekip, öğlen yemeği esnasında budamaya devam ederken içlerinden üçünü akşamdan hazırladıkları kumanyalarındaki ısıtılacak yemekleri ısıtmak ve sofrayı kurmak için görevlendirdiler ve saat 1300 te öğlen yemeği istirahatine başladılar. Herkes birbirinden lezzetli yemeklerin bulunduğu sofraya oturdu. Beni de yemeğe davet ettiler. Kendilerine sonsuz teşekkür ederim.

Önceden buralarda, buğday, arpa, tütün ekilirken, şimdi üzüm sergileri haline geldi. Hava sıcaklığına göre Ağustos ayının 20sinden sonra kesilir. Bir hafta ile 10 gün arasında sergilerde kurumaya bırakılır. Sonradan da üzümler çuvallara doldurularak depolarda bekletilmekte, ya da doğrudan traktör römorklarıyla fabrikalara teslim edilmektedir.
İnsan emeğine en fazla ihtiyacı olan tarım ürünlerinin başında bağcılık gelmektedir. Mütevelli Ovasındaki ekili alanların en çoğuna sahip olan bağlardaki üzüm hasatının yapılması, kesilen üzümlerin sergilere taşınması, yaygılara serilmesi insan emeğine dayandığı için bu açık ancak çevre illerden gelen işçiler sayesinde giderilebilmektedir. Aşağıdaki resimlerde ise Mütevelli’ye üzüm hasatında çalışmak üzere Urfa Siverek’ten gelen işçiler görülmektedir. Tarlaya geldiğimde öğleden önce saat 10.00 10.30 arasıydı. Havalar çok sıcak olduğu için işçiler sabah erkenden saat 6.00 da işe başlıyorlar. Saat 10.00 10.30 arasında ise bir şeyler atıştırıyorlar. Ben tarlaya gittiğimde bazıları yemek yapıyorlar, bazıları ise yemeklerine başlamıştılar bile. Siverek’ten gelen bu misafirler beni ailelerinden biriymişim gibi hissettirdirdiler.. Sofralarına buyur ettiler, çay ikram ettiler. Binlerce kilometre uzaklardan Mütevelli’ye üzüm kesmeye gelen gelen bu sıcakkanlı insanların bu davranışını hala yüreğimde hissediyorum. Hepsi sağ olsunlar, hayat yolları hep açık olsun,


Sepetlere doldurulan üzümler bağ sırasının tam altına gelecek şekilde bırakılır. İşçiler traktörlere bağlı üzüm taşımak için özel olarak imal edilen römorklere (alttaki resimde görüldüğü gibi) taşıyarak üzüm dolu sepetleri üzüm sergisine gelmesini sağlarlar.
![]() |
Sepetlere doldurulan üzümler bağ sırasının tam altına gelecek şekilde bırakılır. İşçiler traktörlere bağlı üzüm taşımak için özel olarak imal edilen römorklere (alttaki resimde görüldüğü gibi) taşıyarak üzüm dolu sepetleri üzüm sergisine gelmesini sağlarlar.

Tarladaki üzüm sepetlerini üzüm sergisine getiren traktör sergide üzümlerin serilmesi için bekleyen diğer traktörün yanına gelir.
Traktöre bağlı olarak çalışan üzüm serme makinesindeki posatalı su ile yıkanan üzüm kuyruk miline bağlı olarak çalışan yaygı bezinin üzerine boşaltılır.
Burada bekleyen işçiler üzüme en son şeklini verirler ve sergiye serilen üzüm hava sıcaklığına göre 8-15 günde kaldırılacak duruma gelir. Posata üzümlerin daha çabuk kurumasını sağlayan bir kimyasaldır. Üzümler genelde bu kimyasal kullanılarak kurutulmaktadır. Posata kullanılmadan naturel olarak da üzüm kurutulmaktadır. Fakat bu yolla üzümün kurutulması daha çok zaman aldığı için, üzümünü bir an önce deposuna atmak, yağmurdan zarar görmesine engel olmak isteyen çiftçiler üzümlerini posata kullanarak kurutmayı yeğlerler.

Ağustos ayının başından itibaren üzümlerin depoya taşınıncaya veya fabrikaya teslim edilinceye kadar geçen bir iki aylık süre yılın en çok emeğin sarf edildiği dönemdir. Sabahın erken saatlerinden gün batımına kadar tarladan üzüm sergisine dolu sepet taşımak, sergiden tarlaya boş sepet götürmek için çiftçilerimiz. adeta mekik dokumaktadırlar.
Yaygı bezlerinin üzerinde kuruyan üzümlerin kaldırılmasında ve savrulmasında traktör kullanılmaktadır. Sabah ve öğlen saatlerinde üzüm taneleri yumuşak olduğu için tanelerin saplarından ayrılması zordur. Bundan dolayı akşam veya gece saatlerini beklemek gerekir. Yaygı bezindeki üzüm, kuyruk mili sayesinde savurma makinesine dökülür ve makine sayesinde üzüm taneleri saplarından, toz ve topraktan ayrılır ve doğrudan traktör römorkuna dökülerek satışa, tüketime hazır hale getirilmiş olur.

Son yıllarda mısır tarlalarının çoğalmasına tanıklık etmekteyiz.
Domates ekimi de son yıllarda oldukça rağbet görmekte. Kasabamızın örnek çiftçilerinden Halil Dinç’in tarlası sifonla sulama yöntemi ile sulanmakta.
Asağıdakinde ise kendisini bugday hasat ettikten sonra aynı yılda ikinci ürün olarak yetistirdiği domatesleri gösterirken resimledim.
Asağıdakinde ise kendisini bugday hasat ettikten sonra aynı yılda ikinci ürün olarak yetistirdiği domatesleri gösterirken resimledim.
Mütevelli'de karpuz ve kavun eskiden beri ekilmektedir.
Zeynullah Topal'ın her biri en az 10 kg fazla olan kavunları yetiştirmenin gururunu gözlerinden okumak mümkün.
Susuzluğa oldukça dayanıklı olan zeytinlik tarım alanları özellikle kıraç arazilerde iyice yaygınlaşmaya başladı.
90lı yıllara kadar, arazi yapısının engebeli oluşu yüzünden, sadece kuru tarım yapılan ve arpa, bugday, yulaf, mısır ve az miktarda da nohuttan başka bir şey yetiştirilemeyen, bazen de nadasa bırakılan kıraç arazilerde ilkbahar yağmurlarının kesilmesinden ve bitki ve otlar sararmasından sonra bir kaç ahlat ve sayısı oldukça az zeytin agaçlarından kaynaklanan yeşil rengi saymazsak, sarı rengin hakim olduğu bir bitki örtüsü göze çarpıyordu. Bu ürünler hasat edildikten sonra geride kalan ot, sap ve samanların sapsarı ve de o yıl ekilmeyen tarlaların koyu kahverengimsi toprak rengi, baktığınız her resim karesinde ağırlıklı renkler iken, bugün bu kırsal arazilerde, 90lı yıllardan sonra toprağın 150 metreden daha derinliklerine inilerek çıkartılan artezyen suyu kullanılarak uygulanan damla sulama sistemi sayesinde, ufkun ve görüş mesafesinin müsaade ettigi ölçüde çekirdeksiz ve şaraplık üzüm ekimi yapılan bağlar ve çok daha geniş alanlarda görülen zeytinlikler ve aklınıza gelebilecek her çesit sebze uygulanan damla sulama sistemi sayesinde bu engebeli ve kırsal arazilerde gök yüzünün cimri olduğu ve tek bir yağmur damlasının toprakla buluşmasına müsaade etmediği Temmuz ve Agustos aylarında bile, insan ruhunu rahatlatan, dinlendiren ve huzur veren yeşilin her tonunu görebilmek mümkün hale gelmiştir. Ayrıca etrafında bulunan dağlık ve üzerinde tarım yapılamayan arazilerin bile çam ağaçlarıyla teraslanmış olması ve ormanlık vasfı kazanmaya başlaması ve ormanlık alanların uzaktan dahi seçilebiliyor olmasından dolayı bu yeşilliğin, oluşan bu doğal güzelliği daha da perçinlediğini vurgulamak gerekiyor.
Mütevelli’de Yaban Hayat
Mütevelli’de yaşayan yabani hayvanlar hakkındaki bilgileri siz değerli okurlara aktarabilmek için elbette ki kendi deneyimlerimden yararlandım. Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Avcılık ve Yaban Hayatı Manisa Şube Müdürlüğü’nün bu konudaki desteğini belirtmesem kendilerine haksızlık yapmış olurdum. Aşağıdaki resimler kendime ait olmayıp, tamamen temsilidir.
Saksağan
Ekin Kargası
Örümcek Kuşu
Kaya Güvercini
Karga
Alakarga
Leylek
Karatavuk
Serçe
Üveyik
Kırlangıç
Keklik
Yaban Domuzu
Yabani Tavşan
Çakal
Biraz Nostalji
1963-1964 yılllarına ait bir fotoğraf. Talat Korkut ve Refik Karadağ o yıllarda bu otobüs ile Mütevelli-Manisa arasında ulaşımı sağlıyordu.
1950li Yıllardan Önce Mütevelli'de Tarım
Mütevelli Ovası traktörle 50li yıllarda tanışıyordu. Bu ise traktör kullanılmaya başlamadan önce iki atın çekmesine uygun olarak imal edilen bir pulluk.
Makineli tarım yaygınlaşmadan önce, biçer döverlerin henüz
kullanılmadığı dönemlerde arpa, buğday, yulaf kosa (tırpan) ile biçiliyordu.
Tırmık ise evdeki hayvanlara yem olarak götürülecek samanları yığın yapmak için kullanılıyordu.
Daha sonra biçilen tahıllar merada toplanıp döğenlerle döğülüyordu. Alltaki resimde döğenin altına çakılmış olan keskin taşları görüyoruz. Döğenlerin üst tarafına çuvallarin içine toprak veya kum doldurup atlar tarafından çekiliyor ve bu işlem yığının üzerinde günlerce, haftalarca saplar saman haline gelinceye kadar devam ediyordu.
Saman haline gelen yığınlardan buğday ya da arpa tanelerini ayırabilmek için uygun rüzgar bekleniyor , yaba denilen bu aletlle saman olabildigince yukarı doğru savrulduğunda, rüzgarın savurduğu saman daha ileri gidiyor, taneler ise hemen dibine düşüyordu.
Gözer denilen bu aletle eleme yapılıyordu. Gözerin üstünde biriken sap parçaları alınıyor ve tanelerden ayrılması sağlanıyordu.
Tırmık ise evdeki hayvanlara yem olarak götürülecek samanları yığın yapmak için kullanılıyordu.
Bu da at ya da eşekle tarlaya gidildiğinde hayvanın sırtına yerleştirilip sağ ve sol gözüne yiyecek ya da içeceklerin konulduğu bir heybe.
Yazın sıcağında bile suyun soğuk kalmasını sağlayan topraktan yapılma bir testi.
Bu aletleri beni evine davet edip fotoğraf çekmeme müsaade ettiği icin çok Refik Bilek’e teşekkür ediyorum. Refik Bilek bu aletleri bağışlamak istediğini söyledi. Bunun üzerine Naim Aytaç Mütevelli’de eskiden kullanılan, fakat şu anda çürümeye terkedilen tarım aletlerinin, ev araç ve gereçlerinin, (lamba, fener, nişanlık, gelinlik, darbuka v.b. aletlerin, müze gibi bir mekanda sergilenmesinin çok iyi olacağını belirtti. Bu konuda destek olunursa, Mütevelli ile ilgili gelecek kuşaklara anlatılabilecek birçok hikaye ortaya çıkabileceğini düşünüyorum.
Mütevelli Ovası traktörle 50li yıllarda tanışıyordu. Bu ise traktör kullanılmaya başlamadan önce iki atın çekmesine uygun olarak imal edilen bir pulluk.
Makineli tarım yaygınlaşmadan önce, biçer döverlerin henüz
kullanılmadığı dönemlerde arpa, buğday, yulaf kosa (tırpan) ile biçiliyordu.
kullanılmadığı dönemlerde arpa, buğday, yulaf kosa (tırpan) ile biçiliyordu.
Tırmık ise evdeki hayvanlara yem olarak götürülecek samanları yığın yapmak için kullanılıyordu.
Daha sonra biçilen tahıllar merada toplanıp döğenlerle döğülüyordu. Alltaki resimde döğenin altına çakılmış olan keskin taşları görüyoruz. Döğenlerin üst tarafına çuvallarin içine toprak veya kum doldurup atlar tarafından çekiliyor ve bu işlem yığının üzerinde günlerce, haftalarca saplar saman haline gelinceye kadar devam ediyordu.
Saman haline gelen yığınlardan buğday ya da arpa tanelerini ayırabilmek için uygun rüzgar bekleniyor , yaba denilen bu aletlle saman olabildigince yukarı doğru savrulduğunda, rüzgarın savurduğu saman daha ileri gidiyor, taneler ise hemen dibine düşüyordu.
Gözer denilen bu aletle eleme yapılıyordu. Gözerin üstünde biriken sap parçaları alınıyor ve tanelerden ayrılması sağlanıyordu.
Tırmık ise evdeki hayvanlara yem olarak götürülecek samanları yığın yapmak için kullanılıyordu.
Bu da at ya da eşekle tarlaya gidildiğinde hayvanın sırtına yerleştirilip sağ ve sol gözüne yiyecek ya da içeceklerin konulduğu bir heybe.
Yazın sıcağında bile suyun soğuk kalmasını sağlayan topraktan yapılma bir testi.
Bu aletleri beni evine davet edip fotoğraf çekmeme müsaade ettiği icin çok Refik Bilek’e teşekkür ediyorum. Refik Bilek bu aletleri bağışlamak istediğini söyledi. Bunun üzerine Naim Aytaç Mütevelli’de eskiden kullanılan, fakat şu anda çürümeye terkedilen tarım aletlerinin, ev araç ve gereçlerinin, (lamba, fener, nişanlık, gelinlik, darbuka v.b. aletlerin, müze gibi bir mekanda sergilenmesinin çok iyi olacağını belirtti. Bu konuda destek olunursa, Mütevelli ile ilgili gelecek kuşaklara anlatılabilecek birçok hikaye ortaya çıkabileceğini düşünüyorum.
Hava Durumu ve Mütevelli'nin En Büyük Sorunu
“Yarın hava nasıl olacak” diye merak etmişizdir coğumuz. Ben de bunlardan biriyim. Televizyon olmadığı dönemlerde radyodan, sonra televizyondan ve de simdilerde internetten hep bakmışımdır havanın nasıl olduğunu ve olacağını. Mütevelli’de genelde yağıs getiren iki ana hava akımı olur. Ya Balkanlar’dan, ya da Orta Akdeniz’den gelen alçak basıncın etkisiyle yağmur yağar. Orta Akdeniz’den geldiğinde kışta hava soğuk da olsa, birden bire ılık bir hale bürünür, gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı azalır ve bulutlar yağmur tanelerini yeryüzüyle buluşturur. Balkanlar’dan gelen hava akımı ise soğuk olan havayı daha da soğutur ve bu akım seyrek de olsa bazen kar da yağdırır.
Normalde kuzey kutbundan gelen hava akımı yağış getirmez. Yazın kavurucu sıcaklarında kuzeyden gelen rüzgarlar estiğinde kısmen de olsa insanları ve tüm canlıları biraz serinletir, onlara ferahlık getiririr. Çünkü bu rüzgarlar bu serinliği ta kuzey kutbundan alır ve ulaştırabildikleri noktalara beraberlerinde taşırlar ve tüm canlılara ikram ederler.
Fakat maalesef kuzeyden esen rüzgarlar, artık Kasabamız’a ne yazda ne de kışta ferahlık ve serinlik getirmiyor. Son zamanlarda rüzgar kuzeyden estiğinde doğanın tüm bitkilerinden ve çiceklerinden topladığı güzel havayı içine alan rüzgar, Mütevelli’nin dört bir tarafına kurulmuş olan tavuk kümeslerine geldikten sonra, burada karıştırılan ya da tankerlere yüklenen tavuk gübresinin kokusunu içine emen ve hapseden rüzgar dalga dalga Kasabamız’a doğru yol almaya başlıyor. Dayanılması imkansız olan bu koku, tıpkı evrende var olan ve yıldız kümelerini dahi yutabilen kara delikler gibi, ağaçlardan ve çiçeklerden yayılan bütün güzelim kokuların tüm kaçış yollarını kesmek suretiyle onları içine alıyor, özümsüyor, sonra yok ediyor, kendi kokusu haline getiriyor ve içine hapsediyor ve yoğunluğunu arttırarak yolculuğuna çıkıyor. Buraların hakimi artık benim dercesine ve bunun getirdiği güven duygusuyla saltanatının gururunu sürdürüyor. Bütün anayolları rahatça kateden, daha sonra çıkmaz sokakları da aşmayı başaran bu koku evinizin bütün kapı ve pencereleri kapalı olsa da, hatta ne kadar yalıtım yaptırmış olursanız olun, geçecek iğne ucundan bile küçük bir delik bulabildikten sonra, önünde hiç bir engel tanımıyor ve size tavuk kümesinin ta göbeğinde yaşamış olduğunuzun ezikliğini hissettiriyor.
Ve burada yaşayanlara da bu kokunun bu galibiyet duygusu karşısında mağlubiyet ve de acziyet duygusunu yaşamaktan baska elinden hiç bir şey gelmiyor. Bu kokuya maruz kalan herkes muhakkak ister istemez, “Nerede o eski Mütevelli?“ dedirtecek kadar yaşanmaz hale getiren bu ağır gübre kokusuna isyan ediyor.
Kendini cok önemli gören, fakat elinden, dilinden hiç bir şey de gelmeyen, hiç bir şeyi de başaramayan bir insanın ezikliğine denk düşen bu duygu eşliğinde yaşanılan mağlubiyet ve çaresizlikti bu koku karşısında duyulan. Tıpkı Japonya’daki Tsunami dalgaları geldiğinde, kendilerini yüksek bir tepeye, ya da dağın bir yamacına atmaya çalışan, ya da haberi televizyon karşısında sadece seyredenlerin haline çok benzettim kendiminkini ve de burada yasayanlarinkini. Gerçekten de bu koku karşısında tıpkı doğal olayların karşısındaki çaresizlik haliydi hissedilen. Tıpkı ilahi olduğunu düsündüğümüz ve insanın düşünce ve hayal dünyasının hep yaya kaldığı, havsalasının alamayacağı kadar büyük doğal güçler karşısındaki çaresizlikten baska bir şey değildi bu. Sahi bu ne kadar ilahi ne kadar beşeri bir olaydı? Ve gerçekten de o kadar çaresiz mi insanlar, yok öyle değilse, nasıl sokuldu insanlar böyle bir girdaba? Beşeri olan ve her bir insanın koro halinde meydana getirdiği bu koku kirliliğinin, deprem, tsunami gibi felaketlerden çok mu yoksa, az mı zarar veriyordu insanoğlunun kendi elleriyle hazırladığı felaketler? Bunu ölçebilecek hassas bir terazi bulunabilir miydi yerkürede? Ya da burada yaşayan birinin, bizatihi kendi elleriyle cağırdığı çevresel felaketler dünyadaki doğal felaketleri tetikliyor olabilir miydi? Yaşadığımız küresel felaketlerin suç ortağı gerçekten bizler olabilir miyiz? Peki yaşanılan bunca felaketin sorumluları yok mu gerçekten? Biri kesinlikle ben olmalıyım. Diğeri de galiba sen değerli okuyucu. Çünkü sadece kitap okuyanlar içinde yaşadıkları toplumun geçmişinin ve geleceğinin sorumluluğunu üzerine almak isterler.
Kurtulabilir miyiz gerçekten yaşadığımız bunca felaketi ilahi veya doğal felaket olarak adlandırarak bu sorumluluktan? Sahi insan kendi hayatının aktörünün kendi olduğunu düşünmeye başlaması çok mu can sıkıcı? Çok mu ağır? Çok mu kolay yaşadığımız olayların sorumlularını kendi dışımızda aramak? Sonuçları itibariyle çok mu rahatlıyoruz böyle yaşamaktan?
Mütevelli’de gözünü dünyaya açmış, hayattaki ilk bilgilerini, ilk etkileşimini burada gerçekleştirmiş biri olarak bir Mütevelili‘nin Mütevelli’ye yapacagi en önemli hizmet, dalga dalga geldiğinde herkese tavuk kümesinin ta ortasında yaşadığını hissettiren, hayatı zehreden bu kokunun giderilmesini sağlamaktan geçtiğine inanıyorum. Daha önce bir ağac gölgesinin bile bulunmadığı bu araziyi, her tarafı yemyeşil yapmak için, yüz yıldan fazla bir süredir gece gündüz emek sarfedenlerin kendilerini kümesin ortasında hissettirmeye hiç ama hiç kimsenin hakkı olmasa gerek.
Emekleriyle, terleriyle Mütevelli'yi yaşanılacak bir belde haline getiren Mütevellililer, artık bu gübre kokusunu değil, bunca yıldır yeşerttikleri tüm ağaç ve bitkilerin çiçek kokusunu rahatça hissedebilmeleri için, yasal olarak gerekli kurumlara başvurularda bulunmaları gerekmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş topraklarında -Erzurum’da, Üsküp’te, Serez’de, Mardin’de, Selanik’te, Debre’de, Diyarbakır’da- doğup oralarda yaşayamayanların, savaşların neden olduğu katliamlardan dolayı annesini, babasını, eşini kaybedenlerin ümitsizliğe, karamsarlığa, yılgınlığa kapılanların yaşamlarının kesiştiği, birlikte yaşamanın birbirlerini anlamaktan geçtiğini derinden hissedenlerin, birlikte doyduğu, birlikte bir gelecek tasarladığı yerleşim yerinin adıdır Mütevelli.
Biliyorum Mütevelli’yi anlatmak bitmez. Yazılması gereken o kadar çok konu var ki. Eksikliklerle dolu bu araştırmayı, Mütevelli’de hayatları kesişen tüm insanlara sevgiyle takdim ediyorum.
“Yarın hava nasıl olacak” diye merak etmişizdir coğumuz. Ben de bunlardan biriyim. Televizyon olmadığı dönemlerde radyodan, sonra televizyondan ve de simdilerde internetten hep bakmışımdır havanın nasıl olduğunu ve olacağını. Mütevelli’de genelde yağıs getiren iki ana hava akımı olur. Ya Balkanlar’dan, ya da Orta Akdeniz’den gelen alçak basıncın etkisiyle yağmur yağar. Orta Akdeniz’den geldiğinde kışta hava soğuk da olsa, birden bire ılık bir hale bürünür, gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı azalır ve bulutlar yağmur tanelerini yeryüzüyle buluşturur. Balkanlar’dan gelen hava akımı ise soğuk olan havayı daha da soğutur ve bu akım seyrek de olsa bazen kar da yağdırır.
Normalde kuzey kutbundan gelen hava akımı yağış getirmez. Yazın kavurucu sıcaklarında kuzeyden gelen rüzgarlar estiğinde kısmen de olsa insanları ve tüm canlıları biraz serinletir, onlara ferahlık getiririr. Çünkü bu rüzgarlar bu serinliği ta kuzey kutbundan alır ve ulaştırabildikleri noktalara beraberlerinde taşırlar ve tüm canlılara ikram ederler.
Fakat maalesef kuzeyden esen rüzgarlar, artık Kasabamız’a ne yazda ne de kışta ferahlık ve serinlik getirmiyor. Son zamanlarda rüzgar kuzeyden estiğinde doğanın tüm bitkilerinden ve çiceklerinden topladığı güzel havayı içine alan rüzgar, Mütevelli’nin dört bir tarafına kurulmuş olan tavuk kümeslerine geldikten sonra, burada karıştırılan ya da tankerlere yüklenen tavuk gübresinin kokusunu içine emen ve hapseden rüzgar dalga dalga Kasabamız’a doğru yol almaya başlıyor. Dayanılması imkansız olan bu koku, tıpkı evrende var olan ve yıldız kümelerini dahi yutabilen kara delikler gibi, ağaçlardan ve çiçeklerden yayılan bütün güzelim kokuların tüm kaçış yollarını kesmek suretiyle onları içine alıyor, özümsüyor, sonra yok ediyor, kendi kokusu haline getiriyor ve içine hapsediyor ve yoğunluğunu arttırarak yolculuğuna çıkıyor. Buraların hakimi artık benim dercesine ve bunun getirdiği güven duygusuyla saltanatının gururunu sürdürüyor. Bütün anayolları rahatça kateden, daha sonra çıkmaz sokakları da aşmayı başaran bu koku evinizin bütün kapı ve pencereleri kapalı olsa da, hatta ne kadar yalıtım yaptırmış olursanız olun, geçecek iğne ucundan bile küçük bir delik bulabildikten sonra, önünde hiç bir engel tanımıyor ve size tavuk kümesinin ta göbeğinde yaşamış olduğunuzun ezikliğini hissettiriyor.
Ve burada yaşayanlara da bu kokunun bu galibiyet duygusu karşısında mağlubiyet ve de acziyet duygusunu yaşamaktan baska elinden hiç bir şey gelmiyor. Bu kokuya maruz kalan herkes muhakkak ister istemez, “Nerede o eski Mütevelli?“ dedirtecek kadar yaşanmaz hale getiren bu ağır gübre kokusuna isyan ediyor.
Kendini cok önemli gören, fakat elinden, dilinden hiç bir şey de gelmeyen, hiç bir şeyi de başaramayan bir insanın ezikliğine denk düşen bu duygu eşliğinde yaşanılan mağlubiyet ve çaresizlikti bu koku karşısında duyulan. Tıpkı Japonya’daki Tsunami dalgaları geldiğinde, kendilerini yüksek bir tepeye, ya da dağın bir yamacına atmaya çalışan, ya da haberi televizyon karşısında sadece seyredenlerin haline çok benzettim kendiminkini ve de burada yasayanlarinkini. Gerçekten de bu koku karşısında tıpkı doğal olayların karşısındaki çaresizlik haliydi hissedilen. Tıpkı ilahi olduğunu düsündüğümüz ve insanın düşünce ve hayal dünyasının hep yaya kaldığı, havsalasının alamayacağı kadar büyük doğal güçler karşısındaki çaresizlikten baska bir şey değildi bu. Sahi bu ne kadar ilahi ne kadar beşeri bir olaydı? Ve gerçekten de o kadar çaresiz mi insanlar, yok öyle değilse, nasıl sokuldu insanlar böyle bir girdaba? Beşeri olan ve her bir insanın koro halinde meydana getirdiği bu koku kirliliğinin, deprem, tsunami gibi felaketlerden çok mu yoksa, az mı zarar veriyordu insanoğlunun kendi elleriyle hazırladığı felaketler? Bunu ölçebilecek hassas bir terazi bulunabilir miydi yerkürede? Ya da burada yaşayan birinin, bizatihi kendi elleriyle cağırdığı çevresel felaketler dünyadaki doğal felaketleri tetikliyor olabilir miydi? Yaşadığımız küresel felaketlerin suç ortağı gerçekten bizler olabilir miyiz? Peki yaşanılan bunca felaketin sorumluları yok mu gerçekten? Biri kesinlikle ben olmalıyım. Diğeri de galiba sen değerli okuyucu. Çünkü sadece kitap okuyanlar içinde yaşadıkları toplumun geçmişinin ve geleceğinin sorumluluğunu üzerine almak isterler.
Kurtulabilir miyiz gerçekten yaşadığımız bunca felaketi ilahi veya doğal felaket olarak adlandırarak bu sorumluluktan? Sahi insan kendi hayatının aktörünün kendi olduğunu düşünmeye başlaması çok mu can sıkıcı? Çok mu ağır? Çok mu kolay yaşadığımız olayların sorumlularını kendi dışımızda aramak? Sonuçları itibariyle çok mu rahatlıyoruz böyle yaşamaktan?
Kurtulabilir miyiz gerçekten yaşadığımız bunca felaketi ilahi veya doğal felaket olarak adlandırarak bu sorumluluktan? Sahi insan kendi hayatının aktörünün kendi olduğunu düşünmeye başlaması çok mu can sıkıcı? Çok mu ağır? Çok mu kolay yaşadığımız olayların sorumlularını kendi dışımızda aramak? Sonuçları itibariyle çok mu rahatlıyoruz böyle yaşamaktan?
Mütevelli’de gözünü dünyaya açmış, hayattaki ilk bilgilerini, ilk etkileşimini burada gerçekleştirmiş biri olarak bir Mütevelili‘nin Mütevelli’ye yapacagi en önemli hizmet, dalga dalga geldiğinde herkese tavuk kümesinin ta ortasında yaşadığını hissettiren, hayatı zehreden bu kokunun giderilmesini sağlamaktan geçtiğine inanıyorum. Daha önce bir ağac gölgesinin bile bulunmadığı bu araziyi, her tarafı yemyeşil yapmak için, yüz yıldan fazla bir süredir gece gündüz emek sarfedenlerin kendilerini kümesin ortasında hissettirmeye hiç ama hiç kimsenin hakkı olmasa gerek.
Emekleriyle, terleriyle Mütevelli'yi yaşanılacak bir belde haline getiren Mütevellililer, artık bu gübre kokusunu değil, bunca yıldır yeşerttikleri tüm ağaç ve bitkilerin çiçek kokusunu rahatça hissedebilmeleri için, yasal olarak gerekli kurumlara başvurularda bulunmaları gerekmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş topraklarında -Erzurum’da, Üsküp’te, Serez’de, Mardin’de, Selanik’te, Debre’de, Diyarbakır’da- doğup oralarda yaşayamayanların, savaşların neden olduğu katliamlardan dolayı annesini, babasını, eşini kaybedenlerin ümitsizliğe, karamsarlığa, yılgınlığa kapılanların yaşamlarının kesiştiği, birlikte yaşamanın birbirlerini anlamaktan geçtiğini derinden hissedenlerin, birlikte doyduğu, birlikte bir gelecek tasarladığı yerleşim yerinin adıdır Mütevelli.
Biliyorum Mütevelli’yi anlatmak bitmez. Yazılması gereken o kadar çok konu var ki. Eksikliklerle dolu bu araştırmayı, Mütevelli’de hayatları kesişen tüm insanlara sevgiyle takdim ediyorum.
Emek verilerek hazırlanmış güzel bir çalışma. Katkıda bulunanlara ve emek verenlere teşekkür ederiz.
YanıtlaSilÇok ama çok teşekkürler sevgili Veysel Bezirhan. Birazcık da olsa bilgi aktarabildiysek ne mutlu bize.
SilEmeğine sağlık hocam çok güzel bir çalışma olmuş teşekkürler.
YanıtlaSilEline koluna sağlık abi
YanıtlaSilO kadar güzel bir köyümüz var ki bunun önüne bu kötü koku hiçbir zaman geçemedi. Bizi bu kokuyla yaşamak zorunda bıraktılar fakat bu kokudan kurtulmanın bir yolu olmalı ve bunun için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini düşünenlerden biride benim bu konuda her zaman destekçiniz olduğumu bilmenizi isterim. Çok güzel bir çalışma olmuş sizi Tebrik ederek çalışmalarınız devamını diliyorum. Mütevelli halkı olarak bir birliktelik sağlayarak bu derdimizden kurtulmak dileğiyle..
YanıtlaSilTek huzur bulduğum yerdir MÜTEVELLİ kasabası köyümün heryeri güzeldr çok duygulandım emeğinize sağlık çok saolun
YanıtlaSilÇok başarılı bir çalışma olmuş mütevelli halkının yaşadığı yer ile alakalı bilgi alması bence çok doğru kayda deger bir başarı emeğine eline koluna sağlık dayicim basarilarinin devamini dileeim sevgilerle Arif bayraktar.
YanıtlaSilHarika emeğine saglik
YanıtlaSilÇok güzel olmuş geçmiş hatırladım teşekkür ediyorum s
YanıtlaSil