Mütevelli



Mütevelli – İnanılmaz  Değişim



Bir zamanlar içilebilecek bir damla suyun  sadece bir kaç kuyudan temin edilebildiği, kuşların konabileceği  tek bir ağacın bile  bulunmadığı, tarlada çalışmaya giden insanların susadıklarında bir yudum soğuk su içebilmek için testilerini koyabilecek ağaç gölgesi bulamadıklarından,  çapalarının saplarını toprağa sokup,  üzerine bağladıkları çaput  ya da çuval parçalarını ıslatarak soğuk kalmasını sağladığı, hem  içecek sularına hem de sıcaktan bunaldıklarında kendilerine minicik gölge sunan  bir mekan aradığı, fakat bulamadığı Mütevelli’de   rastgele çekilen resimlerdeki bitki örtüsü, hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği değişimi gözler önüne seriyor.  





Mütevelli’nin Kuruluş Öyküsü


1844-1845 yıllarına ait bir Osmanlıca kaynağı  araştıran  Yrd. Doç.Dr. Alpay BİZBİRLİK ve Araş. Gör. Zafer ATAR  ‘’XIX. Yüzyıl Osmanlı Tarihinde Temettuat Defterleri'nin Yeri: Saruhan Sancağı Mütevelli Çiftliği Temettuat Defteri Örneği’’ adlı incelemelerinde,  bugünkü  Mütevelli yerleşim yerinin daha batısına,  Hacı Halil’in evinden, Remzi Güres’in çiftliğinden itibaren Gediz Nehri’ne ve  Kumçay’a doğru uzanan 3.081 dönüm tarıma elverişli arazinin ‘’Mütevelli Çiftliği’’ olduğunu belirtirler.






Yrd. Doç.Dr. Ferhat Berber ‘’Temettüât Kayıtlarına Göre Manisa Koldere Çiftliği/ Köyü’nün Sosyo-Ekonomik Durumu (1844-1845)’’ adlı incelemesinde ise, Koldere Çiftliği’nde çalışanların, 1750li yıllardan itibaren  Mora ve Ege Adaları’ndan gelen  Rumlar  olduğunu belirtir. Yrd. Doç.Dr. Alpay BİZBİRLİK ve Araş. Gör. Zafer ATAR’ın araştırmalarında da,  1844-1845 yıllarında Mütevelli Çiftliği’nde çalışan 102 ailenin tamamına yakının  Rum olduğu ve  burada ırgat, çiftçi, hizmetkar, bahçıvan, meyhaneci ve bakkal olarak çalıştıkları kaydedilmiş. Burada 102 Rum ailenin  çalıştığından hareket ettiğimizde, 1845 yılında Mütevelli Çiftliği’nde aşağı yukarı 300-500 Rumun yaşadığını söyleyebiliriz.

1844-1845 yıllarında çiftlik sahibi:

Osmanzâde atufetlü Sadun Bey Efendi bin Hacı Eyüp Ağa.

O dönemde Mütevelli Çiftliği’nde çalışanlar:

Papas oğlu İstamo veled-i Yorgi, Papas oğlu İstamo veled-i Yani, Babası oğlu Yani veled-i Yorgi, Babası oğlu Yakomu veled-i Yorgi, Aşmako veled-i Yanako, Meyhaneci Yorgo, Aşmakonu’nun baldızı Katrina, Lalagur oğlu Yorgi veled-i Yani, Lalagur oğlu Yani veled-i Dimitri, Yanaki veled-i Hristo, Yağcızade Yorgaki, Yorgi veled-i Yanak, Harmandalı’lı Totoraki veled-i Panoyat, Babası oğlu Tarandül, Kasabalı Atanaş, Harmandalı’dan Çalık Yorgaki, Totoraki’nin kardeşi Aleksi, Zakariya oğlu Nikola, Nikola’nın kardeşi Panayot, Babası oğlu Anekli, Değirmenci Kara Yani, Pirapa Yani veled-i Kastoti, Pirapa şeriki Hacı Ahmed, Pirapa Yani’nin kayını Topal Nikola, Çoban Esteryo veled-i Dimo, Papaslı Anaştaşi veled-i Yani, Helvacıoğlu Koçu veled-i Yanaki, Helvacıoğlu Atanaşi veled-i Yorgi, Apostol oğlu Yorgi, Tokatlı Apostol oğlu Yani, Otacı Nikola’nın oğlu Vasil, Zahariya oğlu Panayo, Panayot şeriki Bayındırlı Yorgi, Kalpaka Panayot veled-i Dimitri, Kalpaka Panayot şeriki Bakkal Topal Anekli, Yalak Mihal veled-i Nikola, Kara Yorgaki veled-i Hristo, Koldere’li Lefter veled-i Yani, Koca Eçi Dimitri veled-i Todari, Eçi Dimitri oğlu Dimo, Maruman Yani, Maruman Yani şeriki Hüseyin Ağa, Maruman Yani şeriki Bayındırlı Yorgi, Atanaş veled-i Maruman Yani, Maruman Yani oğlu Nikola, Bağçevan Panagu veled-i Yani, Lagir veled-i Panago, Neriş oğlu Atanaşi, Sotoru oğlu  Atanaş, Meyhaneci oğlu Estelyano veled-i Yorgi, Estelyano şeriki Zelifoğlu Atanaş, Estelyano şeriki Deli Sava, Deli Sava veled-i Dimitri, Deli Sava’nın kardeşi Yorgi veled-i Dimitri, Deli Sava’nın kardeşi Hristo veled-i Dimitri, Kanaloğlu Dimitri, Mestroyani veled-i Kibriyanu, Mestroyani’nin üvey oğlu Panayot.

Bu liste böyle devam ediyor. Araştırmada kaydedilen isimlerin sadece yarısını aktarmak,  burada çalışanların Rumlar olduğunu anlatmaya yetecektir.  Dileyenler adı geçen incelemeye göz atabilirler



Mustafa Kemal Atatürk ve  İsmet İnönü dönemlerinde CHP milletvekilliği yapan, Umum  Zaireler  Müfettişi Remzi  Güres  1937-1938 yılında  Manisa’da yapılan açık arttırmada bu çiftliği satın alır.  Çiftlikte o dönemlerde     üzüm bağlarını işlemek amacıyla   8-10 traktörün ve tek tük  çam ağaçlarının bulunduğu anlatılmaktadır.






Kurtuluş Savaşı’nda yüzbaşı olarak   önemli katkılar sağlayan Rasih Bey’in (Tuna) savaşta  yaralanan bir gözü göremez hale geldiğinden, lakabı Kör Bey’dir. Kendisine Mütevelli Ovası’nda   12.000 dönüm tarla bağışlanır.  Ayrıca  Uşak Şeker Fabrikası’na  müdür olarak atanan Rasih Bey  Mütevelli’de yaşamaya sıcak bakmadığı için İzmir’e taşınır. Rasih Bey’in, Efes Pilsen’in sahibi olduğu bilgisini Ahmet Kumur’dan aldım. Talat Korkut, Rasih Bey’in arazileri şu andaki Mütevelli Mahallesi’nden Koldere Mahallesi’ne giden yolun  ve Spil Dağı’na doğru  uzanan ovalık alanda olduğunu söyledi.    








Mütevelli’de Rumların çoğunluk olarak yaşadıklarının en önemli kanıtı,  Halil Dilek’e ait kahvehanenin  yerinde   daha önce büyük bir kilisenin varlığıdır.  Buradaki iki katlı  kilise yıkılmaya yüz tuttuğu için yerine 1941 yılında Hacı Halil’in kahvesi inşa edilmiştir.






Daha önce üst katında eski düğün salonu olan bu dükkanlar inşa edilmeden önce burada muhtarlık binası ve etrafı ağaçlarla çevrili küçük bir park vardı.  Buradaki dükkanların temellerinin açılması aşamasında ortaya çıkan iskeletler, burasının daha önceleri bir mezarlık olarak kullanıldığını akla getirmektedir.  Alaattin Bozkurt ile yaptığım konuşmada burada ayrıca kilise kalıntıları olduğunu öğrendim. Bu bilgiyi Rıfat Dirik de teyit etmiştir. 



Yunt Dağı’ndan gelen Ali Kahya ve Yörük Hasan, (Gevgerili) Hüseyin Yüncüoğlu ve Kobak Şakir (Adalı)  Rum Çiftliği ya da son zamanlarda Balyoz adında bir Ruma ait olduğu için Balyoz Çiftliği olarak adlandırılan yerleşim yerinde Rumlar ile birlikte oturan ilk Türk aileler olduğunu Alaatin Bozkurt aktardı.  



Doğduğu gün annesi, 14 yaşındayken ise babası vefat eden Alaattin Bozkurt,  hayata küsmemiş, sımsıkı sarılmıştır.     Yaz, ya da kış, cumartesi ya da pazar olması  hiç önemli değil, haftanın, yılın hangi günü olursa olsun, ütülü gömleğini, kravatını  her gün giyen Alaattin Bozkurt'dan sadece Mütevelli hakkında değil, hayat konusunda da oldukça önemli bilgiler aldım. 















Mütevelli Çiftliği’nden Mütevelli Köyü’ne


Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük bozguna ugradığı I. ve II. Balkan Savaşları  ve 1914 yılında patlak veren I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı çalkantılar  sonrasında, Doğu Anadolu, Yunanistan, Bulgaristan ve eski Yugoslavya’daki Türkler, doğup büyüdükleri memleketlerini, evlerini  terketmek zorunda kalarak, Mütevelli’ye yeni bir  yaşam kurmak için gelmişlerdir. Buraya göçmen olarak gelenlerin bir ‘’Osmanlı Kültür Mozaği’’  oluşturduklarını  rahatlıkla ifade edebiliriz.


Yunt Dağı’ndan gelen Ali Kahya ve Yörük Hasan, (Gevgerili) Hüseyin Yüncüoğlu ve Kobak Şakir (Adalı)  Rum Çiftliği ya da son zamanlarda Balyoz adında bir Ruma ait olduğu için Balyoz Çiftliği olarak adlandırılan yerleşim yerinde Rumlar ile birlikte oturan ilk Türk aileler olduğunu Alaatin Bozkurt  aktardı.

Aytekin Dirik’ten aldığım bilgiye göre Ali Civan, Yunanistan’ da  kır bekçisi iken 1909 yılında Mütevelli’ye  kısa süreliğine gelmiş, fakat  sonra tekrar memleketine geri dönmüştür. 


1918 yılında Erzurum ve çevresinin Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra, Horasan’da oturan Kasım, Esat,  Köroğlu Şahin, bir at ve eşeğin çektiği  arabayla  haftalarca sürecek bir yolculuğa çıkarlar.  Hacı Cemal’in dedesi Köroğlu Şahin ise bu uzun ve yorucu yolculuğa dayanamayarak yolda vefat eder.

Abdurrahman Turgut, dedesi  ve amcaları Cemal Turgut, Abdullah Turgut, Ferhat Turgut’un 13 Eylül  1922’de başlayan ve beş gün süreyle İzmir’i kasıp kavuran İzmir Yangın’ına  tanık olduktan sonra Mütevelli’ye yerleştiklerini, Mütevelli’ye geldiklerinde ise,  az sayıda da olsa, Rumun yaşadığını belirtti. Alaattin Bozkurt ile yaptığım konuşmada, Mütevelli’ye ilk olarak gelenlerin burada azınlık olarak yaşadıklarını, çoğunluk olarak yaşayan Rumların,  göçmen olarak buraya gelen Türklere oldukça kötü davrandıklarını, hatta arazilerini ellerinden aldıklarını aktarmıştır.  Talat Korkut, burdaki zengin Rumların Kurtuluş Savaşı'ndan önce Mütevelli'yi terkettiklerini, kalanların ise değirmen etrafında öldürüldüklerini  belirtti. 


Ahmet, Fariz Sara,  Halil Sara, Resul Yağımlı,  Yusuf ve Hasan Kubilay Horosan’dan, Tacettin ve Emin Yüyen  Muş’tan, (Okka) Şaban Yurga, (Arnavut) Şerif Yükün, Rıza Güner, Gelemiryalı Arif,  (Çavuş)  Mustafa Kumur Bulgaristan’dan,  (Pırasacı)  Süleyman Dirik ailesiyle birlikte Selanik’ten, Ömer Ağa, değirmenin ilk sahiplerinden Mehmet  (Efendi) Dönertaş, Selman Elgün, Makedonya’dan Mütevelli'ye gelen ilk aileler olduğunu söyleyebiliriz. 

Kurtuluş Savaşı’nın ardından 1922 yılında yapılan Mübadele (Göç) Anlaşması’na göre,   Balkanlar’da yaşayan Türkler Mütevelli’ye, Mütevelli’de  oturan Rumlar ise Yunanistan’a göç etmeye başlarlar.  Bu Anlaşma’ya göre Balkanlar’dan özellikle Gevgeli, Selanik ve Serez’den göçmenler Mütevelli’ye yoğun bir şekilde gelirler. 1931  yılında ise Makedonya'dan Recep Korkut, 1938 yılında Hüsnü Dermencioğlu ve 1950li yıllarının ortalarından sonra akrabaları gelerek  Mütevelli’ye yerleşir. 

Mütevelli’ye neden göç edildiğini, rahmetli babaannem Aliye Kahramanlar’ın acı hatıralarına dayanarak  anlatmak isterim.

Rahmetli ninem ile yaptığımız bir sohbette:

„Ah be oğlum, ben baba nedir hiç bilmedim. Sırplar,  Bayram Namazı kılmak için  camiye giden babamı ve 40 kadar erkeği camide yakalamış ve ormana götürüp orada hepsini katletmişler.  Biz ise bayram sofrasını hazırladık ve babamı bekledik, bekledik, bekledik…. Ama gelmedi. Daha sonra ölüm haberini aldık.  Allah onların belasını versin“ diye babasını  ve  Bayram Namazı’na  gidenleri   öldürenlere bela okuduğunu, bunları anlatırken duygusallaştığını, gözyaşlarının  o güne kadar  sakince durduğu yuvalarından kurtulmak için nasıl  fırsat kolladığını,   bu anlatım esnasında önce  birer birer sonradan da koro halinde dökülerek göz yaşlarına  nasıl boğulduğunu ve bunu anlatırken, gözyaşlarının   yaşının gereği yüzünde oluşan derin kıvrımların içinde akarak yol buluşunu üzüntü ile seyrettiğimi, bunu anlatmış olmakla içini  yıllarca kemiren bu yükten, acıdan kısa  süreliğine de olsa kurtulduğunu, bu duygularını benimle paylaşınca rahatladığını  ve sakinleştiğini bugünkü gibi hatırlıyorum.


1936-1939 yılları arasında Bulgaristan’da yaşayan Türkler’den Kazım ve Ahmet İgan, Berber Salih, Arif ve Ahmet İnalak, Sarı Mustafa, Mehmet Yumuk, Eyüp Unat  Mütevelli’ye gelirler.  1932 yılında  çıkarılan Tevzi yasasıyla devlet buraya göçmen olarak gelen ailelere sığınabilecekleri bir ev  ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için   6 kişilik bir aileye  ovada 60 dönüm, kırsal yerlerde 30 dönüm tarla,  10 dönüm de bağ bağışlamıştır.  Evleri yapılıncaya kadar eski Mütevelliler de, yeni göçmenleri kendi evlerinde barındırarak onların yaşama tutunmalarına yardımcı olabilmek için tüm imkanlarını seferber etmişlerdir. Bir göçmen yerleşim beldesi olan Mütevelli'ye Yunanistan'dan, Bulgaristan'dan, Yugoslavya'dan ve Türkiye'nin Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri'nden göç edenlerin, arsalarını ve evlerini alırken,  akrabalarıyla ve önceki komşularıyla  yakın yerde oturmayı tercih ettikleri anlaşılmaktadır.    


Özellikle  Yunanistan ve Bulgaristan kaynaklı 1936  ve 1941 yıllarında yaşanan  göç dalgaları Mütevelli’de olağanüstü bir değişim ve dönüşüm başlatır. Balkanlar’dan gelen Türk göçmenler, sadece  keçilerini, koyunlarını, ineklerini,  kedilerini, köpeklerini değil, aynı zamanda yaşam tarzlarını beraberlerinde   getirirler. Bu yaşam tarzı da Mütevelli’de  evlerde  hayvan besleme  ve  ağaç dikme alışkanlığının başlamasını beraberinde getirir.  Önceleri  Mütevelli Ovası’nda kendiliğinden büyüyen birkaç karaağaç ve Remzi Güres’in çiftliğinde birkaç çam ağacı varken, 1936 ve 1941 yıllarında meydana gelen göç dalgası neticesinde,  eski Mütevellilerin  de evlerinin bahçelerini ve arazilerini ağaçlandırmasıyla,  bugünkü Mütevelli manzarasını  ortaya çıkaran  temeller de atılmış oldu.   

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nden Mütevelli’ye yaz aylarında calışacak işçiye ihtiyaç olduğu için mevsimlik işçi olarak para kazanabilmek amacıyla gelenler,  Mütevelli’yi beğenmişler ve doydukları bu verimli ovayı kendilerine mekan edinerek burada yaşamayı tercih etmişlerdir. 

Sanayileşmenin etkisinin görülmeğe başlandığı 1990lı yıllarda tarımda kullanılan makinelerin artmasıyla birlikte,   iş gücü ihtiyacı azalmaya başladı. Önceleri ovamızda genellikle pamuk tarımı  yapılıyordu. Çiftçiler pamuklarını sulayabilmek amacıyla pamuk sıraları yönünde  uzun, enine ise kısa bölmelerini kürekle yapıyorlardı. Bu da oldukça yoğun emek sarfetmelerini  gerektiriyordu. Fakat endüstrileşmeyle beraber traktörlerin kuyruk miline takılarak çalıştırılabilen  bölme makineleri üretildi. Bu sayede 30-40 işçinin bir günde yapabileceği bölmeleri sadece bir traktörle yapabiliyordu. Daha sonradan geliştirilen  sifonla tarla sulama yöntemi sayesinde bölme yapmaya da gerek kalmadı. Böylelikle  tarım üretiminde emeğe olan ihtiyaç azaldı ve Mütevelli’ye göç tersine dönmüş oldu. Mütevelli’yi   mekan tutmuş  olan insanlar burada calışma imkanları azaldığından dolayı  Manisa’ ya,  İzmir’e veya daha uzak yerleşim merkezlerine taşınarak, burada edindikleri birikimleri ile ev veya işyeri satın almışlar, iş bulmuşlar veya kendilerine işyeri  kurmuşlardır.  1990 yılında Mütevelli’nin nüfusu 4738 iken 2012 yılında bu sayı 2877ye gerilemiştir. 

Kuşkusuz Mütevelli’den göç edenlerin  kasabalarından tamamıyla kopmamışlardır. Bayramlarda ve tatillerde arkadaşlıklarını tazelemek, sürdürebilmek, akraba ve tanıdıklarını görmek amacıyla Mütevelli’de kalma imkanını kaçırmak istemezler. Çünkü Mütevelli’nin suyundan içen,  ekmeğinden, yemeğinden bir defa olsa da yiyen, burada biraz da olsa yaşayan, buradaki insanlarla bir defa görüşen bir insanın buradaki sıcaklığı, samimiyeti kolay kolay unutması mümkün değildir.  Yakaladıkları  ilk firsatta tekrar  o suyun, çayın ve yemeklerin lezzeti ve daha önemlisi insanlarla iletişimde tanık oldukları, iliklerine kadar işleyen bu  yakınlığı yeniden yaşamak ve tadına varmak amacıyla Mütevelli’nin yolunu tutarlar. 


Mütevelli Köyü’nde Görev Yapan Muhtarlar


Abdullah Turgut 1929-1931
Süleyman Dirik 1932-1938
Tevfik Ürk 1938-1943
Doyuran Ahmet (Nevzat Birgi’nin babası) 1943-1950
Şaban Öztürk  1950-1954
İşkembeci’nin İbrahim  Bademcigil 1954-1960
Alaattin Bozkurt 1960-1963
Ahmet Bilek 1963-1968

Mütevelli Kasabası’nda Görev Yapan Belediye Başkanları


Mehmet  Çokbilen 1968-1977
İbrahim Yüyen 1977-1984
İbrahim Yüyen 1984-1989
Hüseyin Yüyen 1989-1994
Hasan Topçu 1994-1999
Hasan Topçu 1999-2004
Hasan Topçu 2004-2009
Süleyman Kahramanlar 2009-2014


1968 yılına kadar muhtarlıkla yönetilen Mütevelli Köyü,  1968 yılında Mütevelli Kasabası oluyor ve 2009 yılına kadar belediyelikle yönetilmeye başlıyordu. 2014 yılında Manisa’nın büyükşehir olmasından sonra, Mütevelli Mahallesi olarak Manisa Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na  bağlandı.


Beş Taş Değirmeni



Sarıkız üzerinde kurulan bu değirmen, un fabrikalarının henüz kurulmadığı dönemlerde gerek oynadığı rol,  gerekse yapılış tarihi olarak Mütevelli’nin en eski yapısı  olması nedeniyle, ekonomik hayatın can damarlarından biriydi.  Adını yaz, kış akan suyun döndürdüğü beş taştan alan değirmenin birinde yem, diğer dördünde  ise un öğütülüyordu. Arabalarına yükledikleri buğdayı, mısırı, yulafı, arpayı değirmene öğütülmek üzere teslim ettikten sonra, değirmenin önündeki geniş havluda bulunan  yemliklerdeki demir halkalara, atlarını, eşeklerini, katırlarını, develerini bağlayabiliyorlardı. 


Pırıl pırıl, berrrak mı berrak akan bu su sadece bu değirmen taşlarını döndürmekle kalmıyordu, aynı zamanda   Mütevelli Ovası’ndaki arazilerde sulu tarımın yapılmasını da sağlıyordu. Fakat  Değirmen Ark’ının suyu  İzmir’in su ihtiyacını karşılamak amacıyla götürülmesiyle,  bu su yatağı  maalesef kurumuş ve burada yaşayan tüm canlılar yok olmuş,  değirmen taşları ise çürümeye artık terkedilmiştir. 



Alttaki resimlerde değirmen taşlarını döndüren beş savak, kullanılmadığı için paslanmaya yüz tutan değirmen taşları ve  değirmen taşlarını  döndüren suyun  çıktığı  beş kemeri ve değirmen binasının kalıntılarını görmekteyiz.

































Bu resimlere bakarak buranın bir dönem oldukça faal   bir yer olduğunu,  Mütevelli’nin ve  civar köylerin un ve hayvanlarına verdikleri yem ihtiyacının karşıladığını,  insanların at arabalarına, ya da eşeklerinin sırtındaki heybelere buğday, arpa, yulaf veya mısır koyduklarını, burada  un veya yem öğüttüklerini canlandırmak belki zor. Ama en azından bunu hayal etmemizi sağlayabilir. 

 

Mütevelli Parkı


Kuşkusuz Mütevelli’nin kendine  özgü bir  yerleşim yeri olmasını sağlayan en önemli etken parktır. Parkın içinde  Çamlıca Mahallesi Camisi ve gençlerin oturduğu  kafeterya   ve etrafında kahvehaneler, işyerleri, çocukların oynayabilmesi için oyuncaklar olması nedeniyle Mütevelli’nin kalbi ve beynidir.  Oldukça çeşitli  ağaçlardan oluşan parkın  etrafındaki  kahvelerde oturanlar, tarlaya atacakları ilaçları, çiftçilik konusundaki deneyimlerini,  sonraki yılda hangi ürünleri ekeceklerini, nişanlarını, düğünlerini ne zaman yapacaklarını,  yerel ya da  genel seçimlerde hangi partiye oy atacaklarını burada birbirleriyle paylaşır ve yaşamsal öneme ait kararlarını burada alırlar. 




































Mütevelli Parkı’nın Oluşum Hikayesi




Şu  anda park olan bu arazi, 1952 yılında iki parsele bölünüp ev yapılmak istenmiş. Buranın  yapılaşmasına şiddetle karşı çıkan dönemin  muhtarı Şaban Öztürk, aceleyle aza heyetini toplar ve o gece  Manisa’ya giderek çam fidanlarını Mütevelli’ye getirir. Ertesi gün bu alanı kendine ait 55 K Massey Harris traktörüyle  sürerek  derhal ağaçları dikmiş ve  parkın oluşmasını sağlamıştır.  



İsmail Yigit ve Mustafa Şero’nun anlattıklarından edindiğim bilgiye göre,  1952 yılında Mütevelli’de görev yapan öğretmenler Yaşar Bozkaya, Mustafa Gültekin ve Mehmet Önen o dönemlerde ilkokullarda okutulan tarım  derslerinde öğrencilerin ve gönüllülerin imece usulüyle parkta çalışmalarına önayak olarak  çam ağaçlarının büyümesine katkı sağlamışlardır.  



Bu parkın bugünkü  haline  gelmesinde  Rıfat Dirik’in katkısından bahsetmezsek, kendisine haksızlık yapılmış olur.  2009 yılından itibaren parkın yeniden yapılandırma çalışmalarına gönüllü olarak başlayan Rıfat Dirik,  son dönem belediye başkanı Süleyman  Kahramanlar’ın kendisine sunduğu destek sayesinde,  daha önceki dönemlerde sadece bir bölümü çimlendirilen parkın  sulama sistemini  yenilemiş,  genelde çam ağaçlarından  oluşan bitki örtüsünü, değişik  çiçek ve gül çeşitleri ilave etmek ve otuzdan fazla  ağaç türü dikmek suretiyle, zenginleştirerek çeşitlendirmiş ve  çevrenin insan eliyle nasıl cennete dönüştürüleceğini göstermiştir.


Bu  parkın oluşumuna katkı sağlayan, başta merhum Şaban Öztürk, parkın güzelleşmesinde emeği geçen tüm belediye başkanlarına  ve tüm Mütevellilere  ne kadar teşekkür edilse azdır. 


















Oldukça yüksek bir çevre duyarlılığına sahip diğer muhtarımız Ahmet Bilek de, çevreyi güzelleştirecek önemli bir çalışma gerçekleştirmiştir.  Muhtarlığa yeni seçilen Ahmet Bilek, kendisinden iki dönem önce muhtarlık yapan Şaban Öztürk ile  sohbet ederken, Şaban Öztürk’e kendisinin de güzel bir esere imza atmak istediğini  ve onun önerisinin ne olduğunu sorması üzerine, Şaban Öztürk kendisine  Mütevelli’den Halit Paşa kavşağına kadar olan yolu ağaçlandırmasını önerir.  Bu sohbetten sonra Ahmet Bilek,  Mütevelli’yi Saruhanlı’ya bağlayan 6 kilometrelik karayolun  Halit Paşa Kavşağı'na kadar olan 3 kilometrelik kısmının her iki tarafına çam ağaçlarını  dikmiştir.  Ahmet Yurga’dan aldığım bilgiye  göre, o dönem muhtarımız  Ahmet Bilek,   Remzi Mutlu, Sabri Birgi ve Ahmet Yurga’yı 1957 yılında Manisa’ya çam fidanı almakla görevlendirerek çam ağaçlarının  dikilmesini,  bakımını  ve korunmasını sağlamıştır.  


Yaz aylarının en sıcak günlerinde bile çam ağaçlarının altından, ister yaya, ister bisikletle, ister arabalarıyla geçenler, bu çamların sağladığı  ferahlığı, serinliği ve güzelim hoş kokusunu iliklerine kadar hissederler.  Aşağıdaki fotoğraflarda çam ağaçlarının  yarattıkları eşsiz  manzarayı  görüyoruz.  




































Bu sokak manzaralarının, daha önce buraya  hiç gelmeyenlerin de, burada doğup şu anda uzakta yaşayanların da, hayallerinde Mütevelli'yi canlandırmalarına y
ardımcı olacağına inanıyorum.   






















Züccaciye, giyim, hediyelik eşya, sebze ve meyve, yiyecek  ihtiyacının  rahatça karşılanabilceği pazar yeri, çarşamba günleri kurulmaktadır.  



















Mütevelli Spor

Mütevelli’de 1965 yılında kurulan  ilk  futbol takımının   adı Mütevelli Çamspor idi. Renkleri  yeşil kırmızı olan Mütevelli Spor ise resmî olarak 1985 yılında İbrahim Yüyen’in belediye başkanlığı döneminde kulüp başkanı Halil Güner ve Mehmet Ali Turgut, Fahrettin Sara, Arif Dirik ve Eyüp Ayar tarafından kurulur.  Halil Güner’den aldığım bilgiye göre Mütevelli Spor kulübünün tüzüğünü Eyüp Ayar ile birlikte Park Kahvesinde hazırlamıştır. Mütevelli Spor’un ilk renkleri yeşil beyaz idi. Halil Güner kulübün yeşil rengini o dönemde yemyeşil olan Mütevelli Parkından esinlenerek belirlediklerini, sonradan da bu iki renge kırmızıyı da eklediklerini bildirmiştir. 1985 yılından 1990 yılına kadar ikinci amatör, 1990 yılından 2012 yılına kadar birinci amatör kümede oynayan Mütevelli Spor 2012 yılından beri süper amatör kümede mücadelesini sürdürmektedir. Mütevelli Spor  2007 den beri U12,U13, U14, U15, U16, U17, U19 kategorisinde genç takımları ile de mücadele etmektedir.

          

1969 veya 1970 yıllarında çekilen Mütevelli Spor’a ait ilk fotoğraf. 
Ayaktakiler soldan sağa; Mehmet Ali Fidan, Muzaffer Yurga, Nazmi Yurga, (Kara) Ali Ata, Ziya Dinçsan, Behçet Hoca, Halil Güner, Ahmet Uğraş, Arif Dirik.
Oturanlar soldan sağa: Hayrettin…, Recep Göreceğiz, Tafil Yurga, Ferit Korkut, Şerafettin Etiz (Kaleci), Zeko’nun Yaşar Tunç, 
Önde oturan çocuk büyük ihtimalle Serdar İçigen


Ayaktakiler soldan sağa; Mustafa Öktem (Kaleci), Kasap Şerif, İsmail Çiftçi, Halil Güner, Ahmet Uğraş, İbrahim Bilek, 
Oturanlar soldan sağa: Bayram İpçi, Zeki Yürdem, Recep Etiz, Kemal Uğraş, Nazım Çınar 

                                                   

                                             

1985 yılı kadrosu ayaktakiler soldan sağa: Halil Güner, Mehmet Yurga, Necati Yurga, Nazım Çınar, Hüsmen Urpak, Yusuf Yüyen, Tafil Yurga, Süleyman Yüyen, 
Oturanlar soldan sağa; Develi’den Mustafa, Cemal Yıldız, Serdar İçigen, İrfan Türkmentepe, Kahraman Yenihatay. 

  


1998-1999 yılı Mütevelli Spor Futbol Takımı 



2013-2014 yılında I. Amatör Küme Şampiyonu Mütevellispor 

Ayaktakiler soldan sağa: Kadir Yenihatay, Ali Fidan, Suat Tutay, Muzaffer Polat, Şenol Ülgen, Mustafa Arı

Oturanlar soldan sağa: Mehmet Sözen, Ünal Tarı, Erdem Türkmen, Bülent Samet Dizge 





2016-2017  Futbol Takımı 

Ayaktakiler soldan sağa: 

Mustafa Arı(Teknik direktör) Alpaslan Ügey, Ferhat Demirdöğen, Yunus Ölekli, Altan Kurtoğlu, Birol Aslan, Ömür Kara


Alttakiler soldan sağa: 
Ali Yamaç, Rasim Keskin, Naim Selimli, Selim Yamaç, Enes Baran





Özel Hayat Şifa  Bakım Yurdu


Tüm Mütevellilerin 1979 yılında büyük özverilerle imece usulüyle Kuran Kursu olarak inşa ettikleri bu bina, şimdi özel bakıma muhtaç 88 hastaya ev sahipliği yapmaktadır. Olağanüstü insancıl yaklaşımlarına tanık olduğum yöneticilerin ve tüm çalışanların gayretleriyle  hizmet veren bu işletmenin burdaki hastalara da, tüm Mütevellilere de olumlu etkisi kuşkusuz sürecektir.   











Anayurt Mahallesi Camisi


Anayurt Mahallesi Camisi  1948 yılında  imece usulüyle  inşa edilmiştir.  Daha önce oldukça dar olan cami havlusuna dibindeki arsanın eklenmesiyle, caminin bahçesi de genişlemiş oldu. Cami havlusundaki zeytin ağaçları 1952 yılında Tacettin Bozkurt tarafından dikilmiştir. Sonradan eklenen  bahçeye  2008 yılında Rıfat Dirik ile birlikte limon selvilerini ve çesitli çam ağaçları diktik.  Fakat cami bahçesindeki bütün çiçekleri, ağaçları kendi  evladı gibi bakan Aslan Demir  sulamasaydı, dikilen ağaçlardan hiçbiri yeşerip büyümezdi. Cami havlusundan  içinden gece gündüz  çıkmayarak ektiği çiçekleri sulayan ve burayı adeta cennete çeviren, fakat 2012 yılında yakalandığı  amansız hastalık nedeniyle hayata gözlerini yuman Aslan Demir,  hem buradaki çimleri hem de buraya  kendi ektiği çiçekleri büyük bir titizlikle  suladı.  Dikilen  çınar, ıhlamur gibi ağaç fidanlarıyla buranın bitki örtüsü de çeşitlenmiş, zenginleşmiş oldu.     
















Eski Mezarlık


Üzerinde  tarih olan en eski mezar taşı 1922 yılında vefat eden Güllü Bozkurt’a ait. Güllü-Ahmet Bozkurt’un  oğlu Alaattin Bozkurt’tan aldığım  bilgiye göre,  babası Ahmet Bozkurt subay olarak I., II. Balkan, I. Dünya ve Kurtulus Savaşı’na katılır.  Kurtulus Savaşı’nda Ege Bölgesi’nin Yunanlılar’dan kurtarılmasından sonra 1922 yılında İzmir’ e gelir ve 1925 yılında İzmir’de emekli olur ve 1936 yılında vefat eder ve bu mezarlığa defnedilir. 




Üzerinde tarih olan en eski  mezar taşlarından biri  1938 yıllında vefat eden Fatma İgan diğeri de 1940 yılında vefat eden Süheyla İgan adına yaptırılmış. 





Birçok mezar taşında ise herhangi bir yazıya rastlanmamaktadır. 







Daha  önceden yerleşim alanının dışında kurulan bu mezarlık, Mütevelli’deki yerleşim alanlarının genişlemesiyle şu anda merkezde kalmıştır.  Eski Mezarlık’ta ağırlıklı olarak  selvi ve tek tük çam ağaçları bulunmaktadır.








Evden çarşıya gidişimde veya çarşıdan eve dönüşümde önünden geçmek durumunda kaldığım bu mezarlığın, boş alanlarına ağaç dikmeyi hep düşünmüşümdür.  Sadece fidan dikmek de yetmiyor. Dikilenlerin sulanması da, bakımı da oldukça önemli. Yaz  günlerinin aşırı sıcak havası dikilen fidanları birkaç gün içinde kurumasına neden olabiliyor. Fakat kurduğumuz damlama sulama sistemiyle fidanları büyütmeyi başardık.

1962 yılında Hüsnü Dermencioğlu’nun bağışladığı tarla  yeni  mezarlık olarak kullanılmaya başlanmasıyla,   tarlasını mezarlık için  bağışlayan Remzi Güres, eski mezarlıktaki mezarların yeni mezarlığa taşınmasını, eski mezarlığın dozerlerle düzeltilerek kendisine tarla olarak  geri verilmesini dönemin muhtarı Alaattin Bozkurt’tan talep eder.   Muhtarın  halkın  bunu kabul etmesinin asla söz konusu olamayacağını belirtmesi üzerine, Remzi Güres bu isteğinden vazgeçmek zorunda kalır. 

Yeni Mezarlık


Bu mezarlığın yapılması için arazisini bağışlayan Hüsnü Dermencioğlu’nun, aynı zamanda selvi ve çam ağaçlarının dikilmesi, bakımının yapılması konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan çok büyük bir hayırsever olduğunu belirtmek gerekir.  Aşağıdaki resimleri ben çektim, fakat  bu eser Hüsnü Dermencioğlu'nun imzasını taşıyor.   








Tarımda Verimi Arttırmak İçin Alınan Önlemler


1950li yıllarda Demokrat Partisi Hükümeti’nin çiftçilikten geçinen köylülere, yüzde 25i  peşin  yüzde 75i  5 yıl taksitle traktör edinmeyi kolaylaştırmasıyla, hem tarlalardan daha çok ürün alabilmek  hem de gelir düzeyini arttırabilmek mümkün hale geliyordu.

Mütevelli Ovası’nda gerçekleştirilen en önemli faaliyetlerden biri de, 1976 yılında Topraksu Gediz Planlama ve Dünya Bankası  desteğiyle, tarlalara döşenen toprak künklerle,  “geren” diye tabir edilen,  yüksek tuz oranının aşırı yoğun olmasından dolayı toprağın üzerinde oluşan beyazımsı tabakayı yok ederek verim artışının  sağlanmasıydı.   

Aynı yıllarda Tesviye Projesi kapsamında sulamaya uygun olmayan engebeli arazilerin tesviye edilerek (düzeltilerek) tarlaların sulamaya daha elverişli hale getirilmesiyle Mütevelli Ovası bugünkü şeklini almış oldu. 

Mütevelli Ovası


Mütevelli Parkı nasıl beyin ve kalp görevi görüyorsa, beynin ve kalbin çalışabilmesi için kan dolaşımını sağlayan damarlardan  bahsetmemek mümkün değildir. Bu damarlarlar  ise Mütevelli Ovası’nda sulu tarımı mümkün kılan  sulama  kanallarıdır.

Sulama kanalları ile bilgileri İsmail Yiğit’in aktardıklarına dayanarak yazdığımı belirtmek isterim. 1957 yılında alttaki resimlerde gördüğünüz ana sulama kanalının inşaatı  tamamlamasıyla 1960lı yılların başında tarlalara su verilmeye başlandı. Bu  sulama kanalında,  o dönemde DSİ Genel Müdürü olan ve sonrasında da Türk Siyasi Tarihi’nde yıllarca  başbakanlık ve en son olarak  Cumhurbaşkanlığı yapan  Süleyman Demirel bizatihi calışmıştır. 




Urganlı Kaplıcaları’nın bir kaç kilometre ilerisinde  Gediz Nehri’ndeki  sulama kapaklarının

indirilmesiyle Haziran sonu ya da Temmuz başında su verilmeye başlanır.  Gediz 

Nehri’ndeki  su kapaklarının  Mütevelli Ovası’na su akıtılmasını sağlayan Yedek 7  sulama   

 kanalına mesafesi aşağı yukarı 47 kilometredir. 


Mütevelli’deki Yedek 7 beton kanalının sulama kapakları yeterince indirilerek Mütevelli Ovası’nın sulamak amacıyla 12 ara kanala su verilmektedir. Yedek 7  ana sulama kanalından Koldere’ye doğru, yani kuzeyden güneye doğru ara sulama kanallarına akıtılan 
su sayesinde, Mütevelli Ovası’ndaki arazilerde sulu tarım rahat bir şekilde  yapılabilmektedir.   

1958-62 yılları arasında  ara sulama kanalları  topraktan yapılmıştı. 1963 yılında  toprak kanallara ilk su verildi. 1965 yılında toprak kanallar beton kanallara dönüştürülerek hem yeterli miktarda su verilmesi, hem de bakımlarının daha kolay yapılması sağlanmış oldu. 

Mütevelli Ovası'nda Yetiştirilen Ürünler


1930lu yıllarda Beydere Çiftliği’nde  çalışan Dede Yurdem, çiftlikte pamuk üretildiğine  ve pamuğun geleneksel tarım ürünleri buğday, arpa ve yulafa göre daha   kazançlı  olduğunu deneyimledikten sonra, 1935 yılında pamuğun Mütevelli Ovası’nda ekilmesine öncülük eder. O dönemde arpanın kilosu iki kuruş, buğdayın kilosu 4-5 kuruş, yulafın kilosu   1 kuruş iken,  kilosu 16 kuruşa satılabilen   pamuk elbette bir tercih nedeniydi. Önceleri arpa, buğday, yulaf gibi serperek ekilen pamuk, sonraları  sıra halinde ekilmeye başlanıyordu. Pamuğun dönümünden  sulanmadığında  50-60 kilo,  sulandığında ise  100-150 kilo ürün alınabiliyordu. 1946 yılından  itibaren Mütevelli ovasında Sarıkız nehri etrafındaki tarla ve bağlarda sulu tarıma başlanıyordu.

1960lı yıllarda tahıl ürünlerinin yanında  (buğday, arpa, yulaf ve mısır)  karpuz, kavun ve pancar ekimi de yaygındı. Karpuz ve kavun ya tüccara satılıyor, ya da Saruhanlı istasyonundan vagonlara bindirilerek önce Bandırma’ya, oradan da İstanbul’a gönderiliyordu.  Ahmet Kumur hasadı yapılan pancarın, vagonlara Karaağaçlı’dan yüklendiğini belirtti.  

Gediz Ovası’nın üzerinde konuşlanan Mütevelli’den  Spil Dağı’na  baktığınızda   70li, 80li yıllarda  gözlerinizin görebildiği her yer pamuk tarlalarıyla dolu iken, özellikle son yıllarda yetiştirilen ürünlerin  ceşitlilik gösterdiği dikkat çekmektedir. Sanayileşmenin bir sonucu da, ekili tarım arazilerinin dikili tarım arazilerine dönüşmesi, yani önceleri buğday, arpa, pamuk ekilen tarlalarda, üzüm ve zeytin, sebze ve meyve yetiştirilmesidir.      

Özellikle kumsal topraklarda yüksek verim ve kaliteye ulaşılabilen, tadının  güzel oluşu  nedeniyle „Sultanların Ağzına  layık“ diye adlandırılan  dünyaca ünlü çekirdeksiz  üzümün dikili olduğu bağlar -çiftçiye daha çok kazanç sağladığı için- giderek arttığına tanık olmaktayız.   Çiftçi Malları Koruma Başkanlığında çalışmakta olan Adnan Kocacık’tan aldığım bilgiye göre, Mütevelli Ovasında 2024 yılı itibarıyla aşağı yukarı 8000-10000 dönüm çekirdeksiz kuru üzüm bağı bulunmaktadır. Mütevelli Ovasında toplam 20000 dönüm arazi olduğu düşünülürse çekirdeksiz kuru üzüm yetiştiriciliğinin birinci sırada olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Fakat bağcılıkta yoğun işçilik ön plandadır. Ağustos ayının ortalarında hasat edilmeye başlanılan Sultaniye cinsi üzümlerin depolara kaldırılması  Eylül ayının sonunu  hatta Ekim ayının ortasını bulmaktadır. 

Kasım ayının sonu Aralık başı ise bağ budamasına başlanılır. Mütevelli’de bu işi yapma konusunda uzmanlaşan  her biri 10- 15- 20-25 kişiden oluşan budama ekipleri vardır. Bu ekipler yağmur çamur demeden kış aylarının en soğuk günlerinde Mütevelli ovasındaki bağları budamak için seferber olurlar. Yağmur yağdığı, tarlaların su içinde kaldığı dönemlerde giydikleri çizmelerle bağların bir sonraki yılda ürün vermesi için büyük fedakarlıklar yapmaktan çekinmezler. 24 Şubat 2024 yılında 10 kişilik bu ekibi budama yaparken ziyaret etme fırsatı yakaladım.  Sabahın erken saatlerinde işe başlayan ekip, öğlen yemeği esnasında budamaya devam ederken içlerinden üçünü  akşamdan hazırladıkları kumanyalarındaki ısıtılacak yemekleri ısıtmak ve sofrayı kurmak için görevlendirdiler ve saat 1300 te öğlen yemeği istirahatine başladılar. Herkes birbirinden lezzetli yemeklerin bulunduğu sofraya oturdu. Beni de yemeğe davet ettiler. Kendilerine sonsuz teşekkür ederim. 
























  

 



































Önceden   buralarda, buğday, arpa, tütün ekilirken,  şimdi  üzüm sergileri haline geldi. Hava sıcaklığına göre Ağustos ayının 20sinden sonra kesilir. Bir  hafta ile 10 gün arasında  sergilerde kurumaya bırakılır.  Sonradan da   üzümler çuvallara doldurularak depolarda bekletilmekte, ya da doğrudan traktör römorklarıyla fabrikalara teslim edilmektedir.











İnsan  emeğine en fazla ihtiyacı olan tarım ürünlerinin başında bağcılık gelmektedir. Mütevelli Ovasındaki  ekili alanların en çoğuna sahip olan bağlardaki üzüm hasatının yapılması, kesilen üzümlerin sergilere taşınması, yaygılara serilmesi insan emeğine dayandığı için bu açık  ancak çevre illerden gelen işçiler sayesinde giderilebilmektedir. Aşağıdaki resimlerde ise Mütevelli’ye üzüm hasatında çalışmak üzere Urfa Siverek’ten gelen işçiler görülmektedir. Tarlaya geldiğimde öğleden önce saat 10.00 10.30 arasıydı. Havalar çok sıcak olduğu için işçiler sabah erkenden saat 6.00 da işe başlıyorlar. Saat 10.00 10.30 arasında ise bir şeyler atıştırıyorlar. Ben tarlaya gittiğimde bazıları yemek yapıyorlar, bazıları ise yemeklerine başlamıştılar bile. Siverek’ten gelen bu misafirler beni ailelerinden biriymişim gibi hissettirdirdiler.. Sofralarına buyur ettiler, çay ikram ettiler. Binlerce kilometre uzaklardan Mütevelli’ye üzüm kesmeye gelen gelen bu sıcakkanlı insanların bu davranışını hala yüreğimde hissediyorum. Hepsi sağ olsunlar, hayat yolları hep açık olsun, 















Sepetlere doldurulan üzümler bağ sırasının tam altına gelecek şekilde bırakılır. İşçiler traktörlere bağlı üzüm taşımak için özel olarak imal edilen  römorklere (alttaki resimde görüldüğü gibi) 
taşıyarak üzüm dolu sepetleri üzüm sergisine gelmesini sağlarlar.















Tarladaki  üzüm sepetlerini üzüm sergisine getiren traktör sergide üzümlerin serilmesi için bekleyen diğer traktörün yanına gelir. 




Traktöre bağlı olarak çalışan üzüm serme makinesindeki posatalı su ile yıkanan üzüm kuyruk miline bağlı olarak çalışan yaygı bezinin üzerine boşaltılır.





Burada bekleyen işçiler üzüme en son şeklini verirler ve sergiye serilen üzüm hava sıcaklığına göre 8-15 günde kaldırılacak duruma gelir. Posata üzümlerin daha çabuk kurumasını sağlayan bir kimyasaldır. Üzümler genelde bu kimyasal kullanılarak kurutulmaktadır. Posata kullanılmadan naturel olarak da üzüm kurutulmaktadır. Fakat bu yolla üzümün kurutulması daha çok zaman aldığı için, üzümünü bir an önce deposuna atmak, yağmurdan zarar görmesine engel olmak isteyen çiftçiler üzümlerini posata kullanarak kurutmayı yeğlerler. 






Ağustos ayının başından itibaren üzümlerin depoya taşınıncaya veya fabrikaya teslim edilinceye kadar geçen bir iki aylık süre yılın en çok emeğin  sarf edildiği dönemdir. Sabahın erken saatlerinden gün batımına kadar tarladan üzüm sergisine dolu sepet taşımak, sergiden tarlaya boş sepet götürmek için çiftçilerimiz. adeta mekik dokumaktadırlar. 







Yaygı bezlerinin üzerinde kuruyan üzümlerin kaldırılmasında ve  savrulmasında traktör kullanılmaktadır. Sabah ve öğlen saatlerinde üzüm taneleri yumuşak olduğu için tanelerin saplarından ayrılması zordur. Bundan dolayı akşam veya gece saatlerini beklemek gerekir. Yaygı bezindeki  üzüm, kuyruk mili sayesinde   savurma makinesine dökülür ve makine sayesinde üzüm taneleri saplarından, toz ve topraktan ayrılır ve doğrudan traktör römorkuna dökülerek  satışa, tüketime hazır hale getirilmiş olur.













Son yıllarda mısır tarlalarının çoğalmasına tanıklık  etmekteyiz. 







Domates ekimi de  son yıllarda oldukça rağbet görmekte. Kasabamızın örnek çiftçilerinden Halil Dinç’in tarlası sifonla sulama  yöntemi ile sulanmakta.



Asağıdakinde  ise kendisini bugday hasat ettikten sonra aynı yılda  ikinci ürün olarak yetistirdiği domatesleri gösterirken resimledim. 



Mütevelli'de karpuz ve kavun eskiden beri ekilmektedir.  







 Zeynullah Topal'ın  her biri en az 10 kg fazla olan kavunları yetiştirmenin gururunu gözlerinden okumak mümkün.





Susuzluğa oldukça dayanıklı olan zeytinlik tarım alanları özellikle kıraç arazilerde iyice yaygınlaşmaya başladı.  








90lı yıllara kadar,   arazi yapısının engebeli oluşu yüzünden,  sadece kuru tarım yapılan ve  arpa, bugday, yulaf, mısır  ve az miktarda da nohuttan  başka bir şey yetiştirilemeyen,  bazen de nadasa bırakılan kıraç arazilerde  ilkbahar yağmurlarının kesilmesinden ve   bitki ve otlar sararmasından sonra  bir kaç ahlat ve sayısı oldukça az zeytin agaçlarından kaynaklanan  yeşil rengi saymazsak,   sarı rengin hakim olduğu bir bitki örtüsü göze çarpıyordu.  Bu  ürünler hasat edildikten sonra geride kalan ot, sap ve  samanların sapsarı ve de o yıl ekilmeyen tarlaların  koyu kahverengimsi toprak rengi,  baktığınız her resim karesinde ağırlıklı  renkler iken,   bugün bu  kırsal arazilerde,  90lı yıllardan sonra toprağın 150 metreden daha  derinliklerine  inilerek çıkartılan artezyen  suyu kullanılarak  uygulanan damla sulama  sistemi  sayesinde, ufkun ve görüş mesafesinin müsaade ettigi ölçüde  çekirdeksiz ve şaraplık üzüm ekimi yapılan bağlar ve çok daha geniş alanlarda görülen zeytinlikler  ve aklınıza  gelebilecek her çesit  sebze  uygulanan damla sulama sistemi sayesinde bu engebeli ve kırsal arazilerde gök yüzünün cimri  olduğu  ve tek bir yağmur damlasının  toprakla buluşmasına  müsaade etmediği   Temmuz ve Agustos aylarında bile, insan ruhunu rahatlatan, dinlendiren ve  huzur veren yeşilin her tonunu görebilmek mümkün hale gelmiştir.  Ayrıca etrafında bulunan dağlık ve üzerinde tarım yapılamayan   arazilerin bile  çam ağaçlarıyla  teraslanmış olması ve ormanlık vasfı kazanmaya başlaması ve ormanlık alanların uzaktan dahi  seçilebiliyor olmasından dolayı bu yeşilliğin,  oluşan bu doğal güzelliği daha da perçinlediğini  vurgulamak gerekiyor.
































Mütevelli’de Yaban Hayat

Mütevelli’de yaşayan yabani hayvanlar hakkındaki bilgileri siz değerli okurlara aktarabilmek için elbette ki kendi deneyimlerimden yararlandım. Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Avcılık ve Yaban Hayatı Manisa Şube Müdürlüğü’nün bu konudaki desteğini belirtmesem kendilerine haksızlık yapmış olurdum. Aşağıdaki resimler kendime ait olmayıp, tamamen temsilidir. 



Saksağan



                  

Ekin Kargası

     


            

Örümcek Kuşu

                    
             .


Kaya Güvercini 


                                       
            
                                

Karga




                     

Alakarga


Şahin



Çulluk 



Leylek 



Karatavuk



Serçe 



Üveyik



Kırlangıç



Bıldırcın



Keklik 



Yaban Domuzu



Yabani Tavşan 


      


Tilki



Çakal




Biraz Nostalji


1963-1964 yılllarına  ait bir fotoğraf. Talat Korkut ve Refik Karadağ o yıllarda bu otobüs ile Mütevelli-Manisa   arasında ulaşımı sağlıyordu. 







1950li Yıllardan Önce  Mütevelli'de Tarım


Mütevelli Ovası traktörle  50li yıllarda tanışıyordu. Bu ise traktör  kullanılmaya başlamadan önce iki  atın çekmesine uygun olarak imal edilen  bir pulluk. 



Makineli tarım yaygınlaşmadan önce, biçer döverlerin henüz 

kullanılmadığı  dönemlerde arpa, buğday, yulaf kosa (tırpan) ile biçiliyordu. 





Tırmık ise evdeki hayvanlara yem olarak götürülecek samanları yığın yapmak için kullanılıyordu. 






Daha sonra biçilen tahıllar merada toplanıp döğenlerle döğülüyordu. Alltaki resimde döğenin altına çakılmış  olan keskin taşları  görüyoruz.  Döğenlerin üst tarafına çuvallarin içine toprak veya kum doldurup atlar tarafından çekiliyor ve bu işlem yığının üzerinde günlerce, haftalarca   saplar saman haline gelinceye kadar devam ediyordu.





Saman haline gelen yığınlardan  buğday ya da arpa tanelerini ayırabilmek için uygun rüzgar bekleniyor , yaba denilen bu aletlle saman olabildigince yukarı doğru savrulduğunda, rüzgarın savurduğu saman daha ileri gidiyor, taneler ise hemen dibine düşüyordu.






Gözer denilen bu aletle eleme yapılıyordu. Gözerin üstünde biriken sap parçaları  alınıyor  ve tanelerden ayrılması sağlanıyordu.





Tırmık ise evdeki hayvanlara yem olarak götürülecek samanları yığın yapmak için kullanılıyordu. 





Bu da at ya da eşekle tarlaya gidildiğinde hayvanın sırtına yerleştirilip sağ ve sol gözüne  yiyecek ya da içeceklerin konulduğu bir heybe.   





Yazın sıcağında bile suyun soğuk kalmasını sağlayan topraktan yapılma bir testi. 





Bu aletleri beni evine davet edip fotoğraf çekmeme müsaade ettiği icin çok Refik Bilek’e teşekkür ediyorum. Refik Bilek bu  aletleri bağışlamak istediğini söyledi. Bunun üzerine Naim Aytaç Mütevelli’de eskiden kullanılan, fakat şu anda çürümeye terkedilen  tarım aletlerinin, ev araç ve gereçlerinin,  (lamba, fener, nişanlık, gelinlik, darbuka v.b. aletlerin, müze gibi bir mekanda sergilenmesinin çok iyi olacağını belirtti. Bu konuda destek olunursa, Mütevelli ile ilgili gelecek kuşaklara anlatılabilecek birçok hikaye ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. 


Hava Durumu ve Mütevelli'nin  En  Büyük Sorunu


“Yarın hava nasıl olacak”  diye  merak etmişizdir coğumuz. Ben de bunlardan biriyim. Televizyon olmadığı dönemlerde radyodan, sonra televizyondan ve de simdilerde internetten hep  bakmışımdır  havanın nasıl olduğunu ve olacağını. Mütevelli’de genelde yağıs getiren iki ana hava akımı olur. Ya Balkanlar’dan, ya da Orta Akdeniz’den  gelen alçak basıncın  etkisiyle yağmur yağar. Orta Akdeniz’den geldiğinde  kışta hava soğuk da olsa, birden bire  ılık  bir hale bürünür, gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı azalır ve bulutlar yağmur tanelerini yeryüzüyle buluşturur.  Balkanlar’dan gelen hava akımı ise soğuk olan havayı daha da soğutur ve bu akım seyrek de olsa bazen kar da yağdırır.

Normalde kuzey kutbundan gelen hava akımı yağış getirmez. Yazın kavurucu sıcaklarında kuzeyden gelen rüzgarlar estiğinde kısmen de olsa insanları ve tüm canlıları biraz  serinletir, onlara ferahlık getiririr. Çünkü bu rüzgarlar bu serinliği ta kuzey kutbundan alır ve ulaştırabildikleri noktalara beraberlerinde  taşırlar ve tüm canlılara ikram ederler.  

Fakat  maalesef kuzeyden esen  rüzgarlar,  artık Kasabamız’a  ne yazda ne de kışta ferahlık ve serinlik getirmiyor. Son zamanlarda rüzgar kuzeyden estiğinde doğanın tüm bitkilerinden ve çiceklerinden topladığı güzel havayı içine alan  rüzgar,  Mütevelli’nin dört bir tarafına kurulmuş olan tavuk kümeslerine geldikten sonra,  burada karıştırılan ya da tankerlere yüklenen tavuk gübresinin kokusunu  içine emen ve hapseden  rüzgar dalga dalga Kasabamız’a  doğru yol almaya başlıyor.  Dayanılması  imkansız olan  bu  koku,  tıpkı  evrende var olan ve yıldız kümelerini dahi yutabilen  kara delikler gibi,  ağaçlardan ve çiçeklerden yayılan bütün güzelim kokuların tüm kaçış  yollarını kesmek suretiyle onları içine alıyor,  özümsüyor, sonra yok ediyor, kendi kokusu haline getiriyor ve  içine hapsediyor  ve  yoğunluğunu arttırarak yolculuğuna çıkıyor. Buraların hakimi artık benim dercesine ve bunun getirdiği güven duygusuyla  saltanatının gururunu  sürdürüyor. Bütün  anayolları rahatça kateden, daha sonra çıkmaz sokakları da aşmayı  başaran bu koku evinizin bütün kapı ve pencereleri kapalı olsa da,   hatta ne kadar  yalıtım  yaptırmış olursanız olun,  geçecek  iğne ucundan bile küçük bir delik bulabildikten sonra,   önünde hiç bir engel tanımıyor ve size tavuk kümesinin ta göbeğinde yaşamış olduğunuzun ezikliğini hissettiriyor. 

Ve burada yaşayanlara da  bu kokunun bu galibiyet duygusu karşısında mağlubiyet  ve de acziyet duygusunu yaşamaktan baska elinden hiç bir şey gelmiyor.   Bu kokuya maruz kalan herkes muhakkak  ister istemez,   “Nerede o eski Mütevelli?“ dedirtecek kadar yaşanmaz hale getiren bu ağır  gübre kokusuna isyan ediyor.

Kendini cok önemli gören, fakat elinden,  dilinden hiç bir şey de gelmeyen, hiç bir şeyi de başaramayan bir insanın ezikliğine denk düşen bu duygu  eşliğinde yaşanılan mağlubiyet ve  çaresizlikti bu koku karşısında duyulan. Tıpkı  Japonya’daki Tsunami dalgaları geldiğinde,  kendilerini yüksek bir tepeye,  ya da dağın bir yamacına atmaya çalışan, ya da haberi televizyon karşısında  sadece seyredenlerin haline çok benzettim kendiminkini ve de burada yasayanlarinkini.  Gerçekten de bu koku karşısında tıpkı doğal olayların karşısındaki çaresizlik  haliydi hissedilen. Tıpkı  ilahi olduğunu düsündüğümüz ve insanın düşünce  ve hayal dünyasının hep yaya  kaldığı, havsalasının alamayacağı  kadar büyük doğal güçler  karşısındaki çaresizlikten baska bir şey değildi bu.  Sahi bu ne kadar ilahi ne kadar beşeri bir olaydı? Ve gerçekten de o kadar çaresiz mi insanlar, yok öyle değilse, nasıl sokuldu insanlar  böyle bir girdaba? Beşeri olan ve her bir insanın koro halinde meydana getirdiği bu koku kirliliğinin, deprem, tsunami  gibi felaketlerden çok mu yoksa, az mı zarar veriyordu  insanoğlunun kendi elleriyle hazırladığı  felaketler? Bunu ölçebilecek hassas bir terazi bulunabilir miydi yerkürede? Ya da burada  yaşayan birinin, bizatihi  kendi elleriyle cağırdığı çevresel felaketler dünyadaki doğal felaketleri tetikliyor olabilir miydi?   Yaşadığımız küresel felaketlerin suç ortağı gerçekten bizler olabilir miyiz?  Peki yaşanılan bunca felaketin sorumluları yok mu gerçekten?  Biri kesinlikle ben olmalıyım. Diğeri  de galiba sen değerli okuyucu. Çünkü sadece kitap okuyanlar içinde yaşadıkları toplumun geçmişinin  ve geleceğinin sorumluluğunu üzerine almak isterler. 



Kurtulabilir miyiz gerçekten yaşadığımız bunca felaketi  ilahi veya doğal felaket olarak adlandırarak  bu sorumluluktan? Sahi insan kendi hayatının  aktörünün  kendi olduğunu düşünmeye başlaması çok mu can sıkıcı? Çok mu ağır? Çok mu kolay yaşadığımız olayların sorumlularını kendi dışımızda aramak?  Sonuçları itibariyle çok mu rahatlıyoruz böyle yaşamaktan? 


Mütevelli’de gözünü dünyaya  açmış, hayattaki ilk bilgilerini, ilk etkileşimini burada  gerçekleştirmiş biri olarak bir Mütevelili‘nin Mütevelli’ye yapacagi en önemli hizmet, dalga dalga geldiğinde herkese tavuk kümesinin ta ortasında yaşadığını hissettiren, hayatı zehreden bu kokunun  giderilmesini sağlamaktan geçtiğine inanıyorum.  Daha önce bir ağac gölgesinin bile bulunmadığı bu araziyi,  her tarafı yemyeşil yapmak için,  yüz yıldan fazla bir süredir gece gündüz emek sarfedenlerin kendilerini kümesin ortasında hissettirmeye hiç ama hiç kimsenin hakkı olmasa gerek.     

Emekleriyle, terleriyle  Mütevelli'yi yaşanılacak bir belde haline getiren Mütevellililer, artık bu gübre kokusunu değil, bunca yıldır yeşerttikleri tüm ağaç ve bitkilerin çiçek kokusunu rahatça hissedebilmeleri için,  yasal olarak gerekli kurumlara  başvurularda bulunmaları gerekmektedir. 
  

Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş topraklarında -Erzurum’da, Üsküp’te, Serez’de, Mardin’de, Selanik’te, Debre’de, Diyarbakır’da- doğup oralarda  yaşayamayanların, savaşların neden olduğu katliamlardan dolayı annesini, babasını, eşini kaybedenlerin ümitsizliğe, karamsarlığa, yılgınlığa kapılanların yaşamlarının kesiştiği, birlikte yaşamanın birbirlerini anlamaktan geçtiğini derinden hissedenlerin, birlikte doyduğu, birlikte bir gelecek tasarladığı yerleşim yerinin adıdır Mütevelli.


Biliyorum Mütevelli’yi anlatmak bitmez. Yazılması gereken o kadar çok konu var ki. Eksikliklerle dolu bu araştırmayı, Mütevelli’de hayatları kesişen tüm insanlara sevgiyle takdim ediyorum.  


Yorumlar

  1. Emek verilerek hazırlanmış güzel bir çalışma. Katkıda bulunanlara ve emek verenlere teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok ama çok teşekkürler sevgili Veysel Bezirhan. Birazcık da olsa bilgi aktarabildiysek ne mutlu bize.

      Sil
  2. Emeğine sağlık hocam çok güzel bir çalışma olmuş teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Eline koluna sağlık abi

    YanıtlaSil
  4. O kadar güzel bir köyümüz var ki bunun önüne bu kötü koku hiçbir zaman geçemedi. Bizi bu kokuyla yaşamak zorunda bıraktılar fakat bu kokudan kurtulmanın bir yolu olmalı ve bunun için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini düşünenlerden biride benim bu konuda her zaman destekçiniz olduğumu bilmenizi isterim. Çok güzel bir çalışma olmuş sizi Tebrik ederek çalışmalarınız devamını diliyorum. Mütevelli halkı olarak bir birliktelik sağlayarak bu derdimizden kurtulmak dileğiyle..

    YanıtlaSil
  5. Tek huzur bulduğum yerdir MÜTEVELLİ kasabası köyümün heryeri güzeldr çok duygulandım emeğinize sağlık çok saolun

    YanıtlaSil
  6. Çok başarılı bir çalışma olmuş mütevelli halkının yaşadığı yer ile alakalı bilgi alması bence çok doğru kayda deger bir başarı emeğine eline koluna sağlık dayicim basarilarinin devamini dileeim sevgilerle Arif bayraktar.

    YanıtlaSil
  7. Harika emeğine saglik

    YanıtlaSil
  8. Çok güzel olmuş geçmiş hatırladım teşekkür ediyorum s

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Bireyin ve Bir Toplumun Varoluş Destanı Safahat

Mevlana'da Hakk'a ve Evrensel Barışa Erişim Yolu